
Milli Mücadelede Manisa
Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI
15 Mayıs 1919' da kanlı ve vahşiyâne bir şekilde başlayan Yunan işgali, Aydın Ödemiş Salihli ve Ak hisar istikametinde genişlemeye başlamıştı. "Milne Planı" her yönüyle açıklığa kavuşmadığından, tereddüt içinde olan Aydın ve Manisa Rumları Yunanlıların bir an evvel harekete geçerek işgal sahalarını genişletmelerini, Aydın ve Manisa' yı hemen işgal etmelerini istiyorlardı. Memleketin birçok köşesi istila edilirken, son Osmanlı hükümdarı Vahdeddin ve hükümet mutlak bir acz içinde çırpınıyorlardı. Hükümet nezdinde yapmış olduğu teşebbüslerden bir sonuç alamayan ve umu dunu yitiren Anadolu in sanı, kendi kendini korumağa ve vatanını savunmaya karar verdi. İstanbul Hükümeti ise hala İtilaf devletlerinden anlayış beklemekteydi. Bu yüzden onları kızdıracak ve tepkilerini çekecek her hareketin karşısındaydı. İzmir' deki 17. Kolordu ve valinin işgal karşısındaki tutumu, kolordu birliklerinin, bilhassa merkezi İzmir' de bulunan 56. tümenin dağılması, Harbiye Nezareti ve Erkân-ı Harbiye i Umûmiye başkanlığını düşündürmeye başlamıştı. Şakir Paşa'nın istifası ile Harbiye Nezaretine getirilen Şevket Turgut Paşa, Batı Anadolu' da gerekli tedbirleri almak ve Yunanlılara karşı mücadelenin ilk temelini atmak maksadıyla Albay Bekir Sami (Günsav) Bey’i 17. Kolordu komutan vekilliğine tayin etti. Bekir Sami Bey, veda için Harbiye Nazırını görmeğe gittiği zaman aralarında şu konuşma geçmişti :
___Size hiç bir emir vermedik. Anadolu' da ne yapacaksınız?
___ Vatanım neyi emrederse onu.
___Allah muvaffak etsin
oğlum. Erleri ve subayları toplayınız. Fakat bir mec buriyet olmadıkça Yu nanlılarla çarpışmamaya dikkat ediniz. Haydi oğlum, vatan neyi emrederse onu yap. Vatanın emrini yapanlar, her yerde aziz ve mübarek olurlar. Sen de aziz ve mübarek ol. (1)
Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, Bandırma' daki 61. Tümenin başına da Albay Kâzım (Özalp) Bey' i getirdi. Millî Mücadelenin bu bölgedeki kahraman komutanlarından biri de, Aydın'daki 57. Tümenin başında bulunan Albay Şefik (Aker) Bey idi.
16 Mayıs 1919' da Harbiye Nezaretinin bütün birliklere tebliğ üzere gönderdiği bir yazısı ise tam manasıyla dikkate değerdi. Buna göre, Türk birlikleri yerlerini terk etmeyecek ve bir olup bitti halinde, silahlarından tecrîd gibi bir muameleye maruz kalma maları için, toplu bir halde silahlan başında daima uyanık bulunacaklardı. (2) İşte bütün bu gelişmeler her kesimden halkı harekete geçirdi ve sonunda vatanın kurtulması için fikir birliğine varan bu insanlar, baltaya kadar inen silahları ile, düşmanın modern orduları karşısına dikilmek için bir an bile tereddüt göstermediler.
MANİSA' NIN İŞGALİ
18 Mayıs 1919' da Manisa' ya gelmiş olan miralay Kazım Bey' e, daha istasyonda iken millî kuvvetlerin hazırlanmakta olduğuna dair belediye reisleri, kasaba ileri gelenleri ve aydınlar tarafından bilgi verildi. Mutasarrıf Hüsnü Bey' in baskısıyla albay Vasıf Bey'in Manisa'yı terke mecbur bırakıldığını ve kendisinin millî mukavemete şiddetle karşı olduğunu öğrendi. Mutasarrıf, Kazım Bey' in Manisa' da kalmasını istememesine rağmen, Belediye reisi Bahri Bey, o gece kendisini evine davet etti. Bazı kişilerin de hazır bulunduğu toplantıda, Ödemiş efeleriyle irtibat kurulması, Manisa' da bulunan silah ve cephanenin gerilere nakli ve mukavemet teşkilatının kurulması konuları görüşüldü.(3) Yunanlılara karşı esaslı bir surette karşı koyabilecek kuvvetlerin oluşturulması lüzumuna inanan halk, küçük millî kıtalar meydana getirmeye başlamıştı. Bu sırada albay Bekir Sami Bey, İstanbul' dan Bandırma' ya gelmişti. Bekir Sami Bey' in Anadolu' ya geçmek için acele etmesinin sebebi, Yunan işgallerinin çok hızlı ve kısa sürede İzmir dışına yayılmasıydı. En önemli görevi bir an evvel dağılan orduyu toparlamak ve Manisa'daki silah deposunun Yunanlıların eline geçmesini önlemekti.
Yunanlıların İzmir'den sonra Urla, Çeşme, Torbalı ve Menemen' i işgal etmeleri üzerine, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat (Çobanlı) Paşa, 22 Mayıs 1919 tarihinde ilgili makamlarına bir şifre emir gönderdi. Bu şifre emirde, "Yunanlıların Menemen' i işgallerinde, orada mevcut bulunan mitralyöz ve cephaneyi mukavemet edilmeden teslim aldıkları esefle bildiriliyordu. Buna göre devletin Yunanlılara kaptıracak fazla ne bir silahı ve ne de bir fişeği vardı. Öyleyse bu gibi tehlikelere maruz malzeme, silah ve cephane emin yerlere naklettirilmeli ve silah teslimi gibi zilletlere meydan verilmemesi isteniyordu. (4)
Memleketin içerilerine doğru hayasızca ve merhametsizce yapılan bu işgal, elbette bir gün durdurulacak ve bunun için de silaha sarılınacaktı. Bunu çok önceden takdir edenler, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, o sırada Harbiye Nazın olan Şevket Turgut Paşa ve Erkân-ı Harbiye-i Umumîye Reisi olan Cevat Paşa' dır. Gerçekten verilen bu emirler çok cesurcaydı. Çünkü Mondros Mütarekesi gereğince silahların müttefiklere teslimi gerekiyordu. Halbuki bu işi uygulamaya memur olan en yetkili bir makam, mütarekenin bu hükmünü hiçe sayarak silahların teslim edilmemesini emrediyordu. Bununla beraber üç gün sonra işgal edilen Manisa'da bu emir uygulanamamıştır. Bilindiği üzere Albay Kazım Bey de, Bekir Sami Bey'le beraber teşkil edilecek millî kuvvetlerin kumandasını üzerine almak için beraberce Akhisar'a gitmişlerdi.
Kaza kaymakamının ve halkın ileri gelenlerinin iştirakiyle bir toplantı yapıldı. Tehlikeye karşı alınacak tedbirler görüşüldü. Bu faaliyetin Yunan işgaline engel olmak için yapıldığını gören Rumlar, halkı propaganda ile kandırmaya veya istasyonda bulunan Fransız müfrezesinden istifade ile tehdit ederek, mukavemet fikrinden vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Neticede yapılan görüşmeler sonunda toplanabilen kuvvetlerle birlikte Manisa' ya gitmeye ve orada Yunanlılara karşı müdafaa tertibatı almaya karar verildi. Ancak Akhisar' dan hareketle 25 Mayıs' ta Belen Köyü' ne vardıklarında, Yunanlılar' ın Manisa' yı işgal etmiş oldukları haberi geldi. Bu durum karşısında Albay Kazım Bey tekrar Bandırma' ya, Bekir Sami Bey de Salihli' ye gitmiştir.
1918 Kasımı'nda "İhtilas-ı Vatan Cemiyeti" ni kurmuş ve sonra "İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" ne katılmış bulunan Manisalılar işgalden aylar önce etkili olmaya çalışmışlardır. Nitekim, İzmir' de çıkan "Anadolu gazetesi" 23 Ocak 1919 tarihli nüshasında İzmir' in, Yunanlılar tarafından işgal edileceğini yazması üzerine, Manisalılar, Ayan başkanlığına ve Sadaret makamına çekmiş oldukları telgraflarla durum hakkında bilgi isteyerek, hükümetten kesin teminat istediler.(5) 23 Ocak 1919 tarihini taşıyan ve Millî Mücadele tarihimiz açısından önemli bir belge olan bu telgrafın sadeleştirilmiş metni aşağıdadır :
Mahreci : Manisa nr. 777 Aceledir. Tarih: 23/1/1919
Sadaret Makamına
İzmir' de çıkan Anadolu gazetesinin 23 Ocak 1919 tarih ve 2186 numaralı nüshasında vilayetimizin Yunanistan' a verildiği ve Yunan askeri geldiği zaman bütün çukurların Müslüman cesetleriyle doldurulması ve bir Türk katl eden kimsenin bütün günahlarının afv olunacağı tarzında, yanında bir Yunan subayı olduğu halde bir papaz tarafından kilisede beyan edilmiştir. Bu ilhak keyfiyeti, söz konusu subay tarafından doğrulandığı gibi, İzmir Metropolitinin de İzmir kiliselerinde aynı şekilde nutuklarda bulunduğu görülmüştür. İzmir' în diğer gazeteleri de, aynı tarihli nüshalarında bu mealde neşriyatta bulunmuşlardır.
Bilahare İtilaf Devletlerinin teşebbüsleri, daha önce ilan edilmiş olan mütareke şartlarına asla uymamaktadır. Osmanlı başkentinde Padişaha ait saraylara bile el konulması ve Yunan askerlerinin Trakya' dan itîbaren İstanbul içerilerine kadar işgal mahiyetinde istila etmeleri, durumun vahametine kuvvetli bir delildir. Hükümetin şimdiye kadar söz konusu neşriyatı yalanlamaması, bu bölgedeki İslam nüfus üzerinde fevkalade bir heyecanın oluşmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, düşmanın kötülüklerine maruz kalmamak için, şimdiden ırz ve namuslarının muhafazası kaygısına düşmüşlerdir. Aslı ve nesli Türk ırkına mensup ve bir buçuk milyona yakın ahaliden ancak % 10' u gayr-i Müslim olan Aydın vilayetinin Yunanistan' a terk ve teslimi öyle suhuletle mümkün bir hal ve mesele değildir. Biz de meşru haklarımızın korunması hususunda her ne yapılması mümkünse, o yönde teşebbüste kat' iyyen müsamaha etmeyeceğiz. Şu dakikada bütün ahali saltanat merkezinden verilecek cevabı beklemektedirler. Vilayetimizin kurtuluşundan kabinemizin ümitli olmadığı ve bizlere kesin teminat veremediği takdirde, memleketi uğrayacağı vahim akibetten kurtarmak veya başımızın çaresine bakmak üzere diğer vasıtalara müracaat mecburiyetinde kalacağımızı önemle arz eder ve telgraf başında acîl cevap bekleriz. (6)
Manisa Müftüsü Belediye Reisi Müdafaa-i Millîye Reisi
Âlim Bahri Kamîl
Donanma Reisi Ticaret Odası Reisi
İbrahim Süleyman
Tehlikeli bir şekilde gelişmekte olan durumu çok iyi tespit eden Manisalılar, bu telgraflarına bir cevap alamayınca, Aydın vilayetinin kolayca Yunanistan'a bırakılamayacağını ve vatan müdafaası için her çareye başvuracaklarını bildirdiler. (7) Âyan Meclisi Başkanlığına çekilen 25 ve 28 Ocak 1919 tarihli bu telgrafların sadeleştirilmiş metni aşağıdadır :
Aceledir
Mahreci: Manisa nr. 854 Tarih: 25 Ocak 1919
Âyan Meclisi Başkanlığı' na
Uğursuz harbin devam ettiği dört sene içinde Aydın vilayeti ahalisi vatan müdafaası emrinde ve muhafazasında harikulade fedakarlıklar göstermişlerdir. Bu bölgeden susuz çöllere sevk edilen vatan evlatlarının, hemen % 80' i şehid olmuşlardır. Dönenlerin hali ise şimdi kalpleri parçalayacak derecede elîmdir. Pek çok ev, ocak sönmüş ve ihtiyar, hasta olan ana-babaların tahammül edemeyeceği bir dereceye gelmiştir. Köylülerin keder ve ızdıraplarına alışmakta olduğumuz sırada İzmir Rum metropoliti ile bütün bütün Türklerin katl edilerek, cesetlerinin kuyulara doldurulması hakkındaki nutukları dikkate şayan olup, dehşet vericidir.
Gazetelerde neşr edilmekte olan bu canhıraş haberleri hükümetin yalanlamaması doğrusu bizleri büsbütün şüpheye düşürdü. Yunanistan ve Bulgaristan' da hususiyle bütün ahalide henüz son bulmayan İslam kanının, helal addedilerek buralarda da bir an önce içilmesi için Rumların Akhisar' a sevk edilmesi muhtemeldir ki, İtilaf Devletlerinin bile lisanlarından düşmeyen tüm görüşlerine, adalet ve insaniyet kaidelerine bir dereceye kadar muvafıktır. Akibeti cidden müthiş olacak olan bu hazırlıklara karşı, elimiz kolumuz bağlı olarak ölmek niyetinde değiliz. Irz ve namusumuzun muhafazası neye bağlı ise, bu hususta hiç bir şeyi ihmal etmeyeceğiz. Daha sonra kadın gibi ağlamaktansa, erkek gibi ölmeyi tercih ederiz. Bu bölgede Rumlar, Ermeniler birbirlerinden alış veriş yapmakta, yardım toplayarak biriktirdikleri büyük paralarla sızlanmak için Avrupa' ya gidip maksatlarını temine çalışmakta ve kaynakları Avrupa olan gazetelerin neşriyatına güvenmek lazım gelirse, emellerine de ulaşmaktadırlar. Dünyada hiç bir mahkeme tek tarafın iddiasıyla hüküm vermez. Şu halde "illiyet” kelimesinin yakın manası "murad" demektir. Hariciye Nazırının gazetelerde görülen beyanatından henüz sulh konferansına davet edilmediğimiz anlaşılıyor. Nezaretin açıklamaları gayet zayıf olup, haberde şifa verecek kıymet ve mahiyete haiz değildir. Milletin hükümet nazarında hakkı varsa, herhalde kamuoyunu tatmin etmeleri gerekir. Rumlarını pek açık ve sarih olan tertiplerine karşı hükümetin uysallık ile mukabelesi hepimize üzüntü ve ümitsizlik vermektedir. Bizler devletimizin geçirmekte olduğu tehlikelerin bilincindeyiz. Şimdilik bu haşin ve vahşiyane teşebbüslerden dolayı ne kalben ve ne de lisanen müdafaada bulunamıyoruz. Ancak düşmanı gözetlemek gerekir. Bu uğursuz haber vilayetimizin köylerine kadar yayılması, bîçare, mazlum ve mağdur olan halkımızı endişeye sevk etti. Hiç olmazsa şehid babalarıyla, analarını ve ihtiyar, hasta olanlarımızı bu tasarlanmış olan katliamdan kurtarmak için şimdiden Anadolu' nun uzak köşelerine göndermeye karar verdik. Şu kararımızı tatbike muvaffak olduktan sonra kabinemizin ve tüm milletin yardımına dayanarak meşru’ bir telgrafımıza delil olarak tekrar arz ve acil cevabı süratle bekleriz.(8)
Manisa Müftüsü Belediye Reisi Müdafaa-i Millîye Reisi
Alim Bahri Kamil
Donanma Reisi Ticaret Odası Reisi
İbrahim Süleyman
Mahreci: Manisa nr. 978 Tarih: 28 Ocak 1919
Telgrafnâme
Ayan Meclisi Başkanlığı' na
Aydın vilayetinin Yunanistan' a terk edildiği bahanesiyle İslam milletinin imhası hakkında, başta metropolitleri ve bazı papazları olduğu halde Rumlar tarafından ne gibi feci tertiplerde bulunulmakta olduğuna ve bu durumun sonuçlarına ve bizlerce alınması gereken tedbirlere vesaireye dair geçmiş telgraflarımıza henüz cevap verilmemesi ve söz konusu nutukların yalanlanmaması, bu husustaki kanaatimizi doğrulamaktadır. Ani bir felaketin ortaya çıkmasında evlat ve eşlerimizin ırz ve namusumuzun muhafazasına imkân bulunamayacağı delilleriyle tesbit edilmiştir. Köyleri bir kenara bırakırsak, sadece Saruhan' da 60 bine yakın İslam nüfusu vardır. Biz vaat-i zamanında kurtuluş çarelerine başvurmayı gerekli görmekteyiz. Saltanat merkezince maruzatımızın dikkat alınmamasından, gasp edilmek istenilen haklarımızın muhafazasına kendiniz gayret ediniz, an lamını çıkardık. İşte evvelce arz eylediğimiz gibi, kabinemizin yardımına dayanarak vilayetimin Yunan istilasından ve katliamlardan kurtarmak için ne şekilde hareket etmek gerekiyorsa, ona göt icabına bakacağımızı üçüncü defa olarak tekrar evleriz (9).
Manisa Müftüsü Belediye Reisi Müdafaa-i Millîye Reisi
Âlim Bahri Kâmil
Donanma Reisi Ticaret Odası Reisi
İbrahim Süleyman
Bu satırların kaleme alındığı tarihlerde İzmir henüz işgal edilmemişti. Bu yaklaşmakta ol büyük tehlikeyi gören, tedbirini zamanında almak isteyen Manisa' nın kahraman evlatlarının sesiydi. Ancak halk âdeta ikiye bölünmüş görünüyordu. Bir kısmı, başta Müftü Âlim Efendi olmak üze şehrin savunulmasını istiyor, bir kısmı da mutasarrıf Hüsnü Bey' in (Hüsnüyadis) peşinde yürümeyi doğru buluyordu (10). Hüsnü Bey halka, Kuşadası Metropilidi' nden aldığı haberlere dayanarak Yunanlıların Manisa' yi işgal etmeyeceklerini söylüyordu. İngiliz mümessili de, tasalanmaya gerek madiğini, çünkü Manisa' nın işgal bölgesi içinde bulunmadığını iddia etmekteydi (11). Mutasarrıfın tutumu ve İngiliz temsilcisinin telkinleri, büyük halk kitlesinin onların tarafına geçmesine sebep oldu. Bu yüzden Manisa' nın savunulması hususunda gerekli tedbirler alınamadı. Halbuki Ma silah deposunda çok miktarda top, silah ve cephane bulunuyordu. Bunlarla şehrin savunulması âlâ mümkün olabilirdi. Yunanlıların Manisa' ya doğru ilerledikleri duyulduğu vakit, depodaki silahların kullanılması bir yana, bunların Yunanlıların eline geçmesi önlenememiştir. Kolordu mutan vekili Albay Bekir Sami Bey, Harbiye Nezaretinin bu konudaki emri gereği, depodaki silah ve cephanelerin kaçırılmasını Manisa mevki komutanı Ahmet Zeki Bey' e emretti. Fakat h çekinmesi ve İngiliz temsilcisinin silahları kaçırma işine müdahale etmesi yüzünden kolordu verdiği emir yerine getirilememiştir. Böylece 25 Mayıs 1919' da Yunanlılar bir tek kurşun atımı Manisa' yi işgal etmiş ve depodaki toplar dahil tüm silahlara el koymuşlardı. (12)
Aslında Manisa' da işgal acısı Yunanlıların gelişinden önce duyulmuştur. Çünkü İtilaf Devletleri temsilcileri, mütareke gereği Manisa' ya gelip faaliyetlerine başlamışlardı. İzmir' den Afyon ve Bandırma' ya giden ve Manisa'dan geçen demiryollarının işletme imtiyazı o zaman Fransızların elinde bulunuyordu.İşletmenin yönetim işlerinde genellikle Rumlardan yararlanıyorlardı. Mütarekeden sonra, sözde istasyon binalarının ve hat raylarının korunması için Tunuslu askerlerden oluşan bir Fransız birliği Manisa' ya geldi (13). Bilâhare Soma' daki kömür ocaklarına el koyan Fransız birliği, teleferik tesisleri ve ambarlardaki tüm malzemeye de el koymuştu. Bu haksız müdahalenin önlenmesi için İngilizler nezdinde yapılan teşebbüsten bir netice çıkmadığı gibi, Fransız temsilcileri bu durumun mütareke şartlarına aykırı olmadığını bildirdiler (14). Üstelik Aydın ve Turgutlu askerî hat müdürlerinin ortak imzalarıyla hat komiserlerine verilen yazıda 2 Nisan 1919 tarihinden itibaren ocakların kendilerine teslim edilmesi ve ocaklarda bulunan askerî memurların geriye çağrılması, ocakların, teleferik hattının teslim edilmesini ve teslimde hiç bir güçlük çıkarılmamasını istemişlerdi (15). Bu durum ise, İzmirde' ki Nâfıa kuruluşlarının ve askerî fabrikaların kömürsüz kalması demekti. Yabancı askerler istedikleri kadar geçici olarak gelmiş olduklarını ifade etseler, bu gelişmeler Manisalıları huzursuz etmeye yetmişti. Üstelik İngiliz temsilcisi daha da ileri giderek Rumları Türklere karşı kışkırtıyordu. Yapılan olumsuz propagandalar neticesinde, yerli Rum ve Ermeni komitacıları çeteler meydana getirip, Türk mahalle ve köylerine baskınlar düzenliyorlardı. Bu olayların meydana geldiği sırada Manisa' da mutasarrıf Hüsnü Bey' in bulunması ayrı bir talihsizlik olmuştur. Çünkü Manisa' yi işgal için harekete geçen Yunanlılara direneceğine, görevinde kalabilmek için anlarla işbirliği yapmıştır. 17. kolordu' vekili albay Bekir Sami Bey1 e cephe alarak, Kuvâ-yı millîye'nin teşkilatlanmasına engel olmuştur. Bekir Sami Bey, onun Türk Hükümeti' nin bir mutasarrıfı olmaktan çok, Yunan Hükümeti tarafından getirilen bir memur olarak nitelendirmektedir. Buna delil olarak da, mutasarrıfın gayretsizliği yüzünden, Manisa’da' ki topların bile çıkartılamamış olmasını göstermektedir. (16)
Manisa' da hemen hergün huzur bozucu bir olay meydana geliyordu. Azınlıkların özellikle Rumların ve Ermenilerin taşkınlıkları, hakaretleri, kışkırtıcı ve aşağılayıcı söz ve davranışları Türkleri çileden çıkarıyordu. Türk resmî makamları ise bu olayları önleyici herhangi bir harekette bulunamıyordu. Rumlar ve Rum papazları Ma nisa ve yöresinde Türk vatanseverlerinin birtakım teşebbüslerde bulunduklarını tesbit edince harekete geçmişlerdi. İşgal sırasında olası bir direnişe engel olmak için, halk arasında yoğun bir propagandaya giriştiler. Onlara kurtuluş çaresi olarak, evlerine ,işyerlerine Yunan bayrağı as mayı tavsiye etmişlerdi. Bu propaganda bölgede o denli ustaca işlenmiştir ki, kısa sürede meyvelerini vermiştir. İşgalden önce Manisa' da asker ve sivilleri ardından sürükleyebilecek güçlü bir lider bulunsaydı, şüphesiz şehir kendini savunmasız teslim etmezdi. Ne yazık ki, o sırada şehirde en büyük mülkî amir olarak bulunan ve bu işi yapabilecek olan kişi, halkı aldatarak şehri savunmak için hareket edenleri yalanla, tehdit ile sindirmiş, bütün gücü ile Yunan işgalini kolaylaştırmıştı. 25 Mayıs 919 günü, Yunan kuvvetleri yerli Rum ve Er menilerin alkışları ve "Zito Venizelos!" çığlıkları arasında şehre girdiler. Böylece Manisa' nın üç yıldan fazla sürecek olan acı ve ızdırap dolu işgal günleri başlamış oldu. Ancak tüm bunlar Türk halkını yıldırmadı. 12 Haziran 1919' da Bergama’nın işgali, 17 Haziran' da Yunanlıların Menemen' de yaptıkları katliam Akhisarlılar üzerinde büyük bir üzüntü ve heyecana sebep olmuştur. 10 Haziran 1919' da Dahiliye Nezaretine gön derdikleri telgrafla, hükümetten "Hukuk-u millîye ve vataniyeyi" kurtaracak vazıh bir hareket tarzının tayinini ve tatbikini istemişlerdir. Ayrıca İzmir ve İstanbul' daki İtilaf devletleri siyasi temsilcilerine de çekilen telgraflarla, mey dana gelen olaylar karşısında, mensub oldukları devletlerin adaleti temenni ve derhal müdahaleleri talep edilmiştir. Düşman vilayetin her noktasını hemen tahliye etmedikçe, silahlarını ellerinden bırakmayacaklarını, kendilerini koruma durumunda doğacak kötü sonuçlardan kesinlikle sorumlu olmayacaklarını bildirmişlerdir (17).
Bu arada Manisa' da kötü gelişmeler meydana gelmekteydi. Yunan askerlerinin koruması altında bulunan depolardaki çok miktardaki silah ve cephane, geceleri yine bu askerler tarafından gizlice kaçırılarak Rumlara dağıtılıyordu. Bu gelişmeler üzerine harekete geçen Dahiliye Nezareti, mümessiller nezdinde teşebbüste bulunarak, bu durumun engellenmesini istemiştir (18). Bu arada bir kısım Müslüman halkın, Akhisar' dan Balıkesir ve İstanbul' a gitmelerine karşın, diğer unsurlar da, bilhassa Rumların İzmir ve Manisa' da Yunan işgali altındaki yerlere göç ettikleri görülüyordu. Bunun önlenmesi için yapılan tüm çabalar sonuçsuz kalıyordu. Akhisar kaymakamı her ne kadar, "Herkesin can, mal ve namusu güvence altındadır" dese de, Yunan işgali altında yapılan faciaları duyan Müslüman halk göç etmeye devam ediyordu. Üstelik gayr-ı müslimler için nasıl ve kimler tarafından gönderildiği belli olmayan bir trenle bu hareket daha da teşvik ediliyordu. Hergün vagonlar dolusu gönderilen bu göçmenlerle, kazada asayişin bozuk olduğu veya gayr-i muslini unsurların bir saldırı ihtimali karşısında bulundukları süsü verilerek, her hangi bir müdahaleye zemin hazırlanıyordu. Akhisar kaymakamı, böyle bir uygulamayı gerektirecek bir durum olmadığını şu sıralarda bölgeyi ziyaret eden tarafsız heyetlerin incelemelerinden anlaşılmış bulunduğunu tekrar ederek, Balıkesir mutasarrıfından lüzumsuz yapılan propagandalarla yanıltmalara meydan verilmemesi, gerçeklerin İtilaf devletlerine bildirilmesi hususu için girişimlerde bulunmasını rica etmişti (19). Aslında Osmanlı Hükümeti tam bir acz içindeydi. 5 Eylül 1919 sabahı Yunan askerinin Akhisar' ı işgal etmesi üzerine, kaymakam, Osmanlı Hükümeti namına İşgal kuvvetleri komutanına vermiş olduğu nota ile olayı protesto etmekten başka bir şey yapamamıştır (20).
Yunan kuvvetleri 4 Kasım 1919 tarihinde bir alaydan fazla piyade, bir alay süvari ve iki batarya, çok sayıda makineli tüfekten ibaret bir kuvvetle Soma Cephesinde taarruza geçtiler. 67. tümene bağlı kuvâ-yı millîye birliklerinin şiddetle karşılık vermesi üzerine, düşman çok sayıda kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldı. (21) Yunanlılar general Hanbury tarafından karar altına alınıp, ta raflara tebliğ edilmiş olan ta rafsız bölgeye tecavüz ederek, Müslüman halkı katletmekte, köylerini yakıp yıkmaktaydı (22). Halk gerçekten büyük bir şaşkınlık ve korku içindeydi. İngilizlerin vermiş olduğu teminat üzerine binlerce Bergama muhaciri tarafsız bölgeye geçti. Ancak burada yaşayan halkla birlikte, kendi işleriyle meşgul oldukları bir sırada, Yunanlılar 31 Ekim 1919' da ani bir baskınla pek çok kişiyi katledip köylerini yakıp, yıktılar. Bunun üzerine Bergama' dan göç eden halk ile Soma kazası balkı vatanı ve namusunu korumak için silaha sarılmıştır. Nitekim Soma halkı adına Müftü İsmail Hakkı Efendi ve eşraftan bazı ileri gelenlerce imzalanan bir beyanname 5 Kasım 1919 tarihinde sadaret makamına, Harbiye ve Hariciye nezaretlerine gönderilmiştir. Bunda çoluk çocuğun zulüm ve hakaret altında daha fazla ezilmesine, ırzlarının tecavüze uğramasına asla müsaade edil memesi hükümetten istenmiştir. Hiç bir haklı sebebe dayanmayan bu saldırıyı şiddetle protesto ederek, aksi takdirde had safhada bulunan umumî galeyanın önlenmesinin mümkün olamayacağını bildirmişlerdir (23).
Yunan işgal kuvvetleri 3 Mart 1920' de tahdit edilen bölgeyi aşarak, ani bir şekilde Bozdağ tarafından taarruza geçmiş, Ödemiş' e bağlı 5-6 köyü yakmışlardı. Tamamı Türk olan halkı, yoğun top ateşi altında sefil ve perişan bir halde canlarını zor kurtarmışlardı. Salihli' ye iltica edebilen iki bini aşkın insan, kasaba ve civarına yerleştirilerek, iaşeleri temin edilmişti. Savaş hattına yakın bulunan bölge halkı, Yunan zulmü ve vahşetinden korku ve endişeye kapılarak daha gerilere çekilmişlerdi. Düş manın bu saldırısına şiddetle karşılık veren millî kuvvetler, daha fazla ileri gitmelerini önlemiştir (24). Ancak düşman 11 Mart 1920 sabahından beri Salihli' nin bir saat ilerisinde bulunan hatlarda top ateşine devam etmekteydi. Salihli kaymakamı şehirde yaşamayı im kansız bırakacak bir tehlike ör-' taya çıkmadıkça, bir yere gidilmemesi, duruma göre gerekli tedbirlerin alınmasını kararlaştırdı. Halkın bir kısmı ise ailelerini Alaşehir, Kula, Uşak kazalarına ve küçük köylere yerleştirdikten sonra geri dönüyorlardı. Fakat Yunanlılar, Bozdağ civarında, köylere kaç maya muvaffak olamayan er kekleri kati etmiş ve kadınların bir kısmının da ırzına geçerek öldürmüşlerdi. (25) Yunanlıların durmak bilmeyen zulümlerine hergün bir yenisi ekleniyordu. 11 Nisan 1920 günü Rumların paskalya kutlamaları sırasında Nif kasabasında bulunan Yunan askerleri ve bunlara katılan yerli Rumlar Müslüman halkın dükkanlarını zorla kapattılar. Gece gündüz, sabaha kadar silah atılmış, bilhassa Müslüman evleriyle, camiler ve minareler atılan kurşunlarla delik deşik edilmiştir. Bunların yanısıra, Müslümanların evlerine kadar tereddüt etmeksizin zorla girerek, kasabayı büyük bir serbesti içinde soyunuşlardır. İzmir Jandarma alay kumandanlığı Umum Jandarma Kumandanlığına gönderdiği 15 Nisan 1920 tarihli raporunda şu ilginç değerlendirmeyi yap maktadır: "İşgal sahası içinde her an söz konusu olan bu gibi taşkınlıkların Nif gibi, merkez vilayet yakınında bulunan bir kazada meydana gelmesi, kaza kaymakamının Osmanlı Devleti aleyhine olarak Rumlar tarafından yapılan her türlü kanunsuz muameleye göz yummasından kaynaklanmaktadır. Bu şahsın mensub olduğu devlete hıyanetini "Jandarma Tensik Heyeti" üyesi Fransız subayı bile itiraf etmiştir. Böyle bir kaymakamın mevkiini koruyabilmesi hususuna Dahiliye Nezareti tarafından gösterilen kayıtsızlıktan, böyle bir cürette bulunduğunu, bizzat işitmiş olduğum görüşmelerden ortaya çıkmıştır. Bu gibi olayları tabur ve alaya bildirmemesi hususunda Nif jandarma kumandan vekili bulunan baş çavuş kesin bir dille uyarılmıştır. Bu kaymakamın »mümkün olan çabuklukla görevinden azl edilerek, Osmanlı ekmeği ve nimetiyle beslenerek, Yunanlılara hizmet etmesine, devlete hıyanet etmesine meydana verilmemesinin sağlanmasını memleketin selamet ve milletin saadeti namına arz eylerim" (26).
İşgal altındaki bölgelerde gerek Yunan askerlerinin ve gerek bundan cesaret alan yerli Rumların devleti hor görme, millete hakaret, ırza, mala tecavüz ve taşkınlıkları tasavvur edilemeyecek bir dereceye varmıştı. Nitekim Ma nisa mevki kumandanı Yuvan otomobille hükümet dairesi önünden geçerken, binanın karşısındaki kahvede oturan Manisa eşrafından birçok kişiyi kendisine saygı duruşunda bulunmaları için ayağa kalk malarını istemiştir. Bu isteğinin reddedilmesi bahanesiyle vatanseverler hakaretler edilerek, tevkif edilmişlerdir. Bununla da yetinmeyen Yunan subayı otomobiliyle şehirde dolaşarak başında fes bulunan birçok şahsa hakaret ve alayla dövmek suretiyle açıkça kin küsmüştür. Bu gibi baskıların Müslüman halk üzerinde yapmış olduğu kötü etkinin derecesi korkunçtu. Malını, mülkünü, vatanını her türlü baskıya rağmen terk etmeyen bu insanlar, evlat ve torunlarının gözlen önünde kati edildiğini, ırz ve namuslarının kendi evlerinde yok edildiğini görmekteydiler. Allah' tan başka hiç bir yerden yardım kudreti bulamayan bir ailenin hicreti göze alma hususundaki hareketini vefasızlık olarak kabul etmek mümkün değildir. Üstelik işgal ordusu bir taraftan Türkleri topraklarından uzaklaştırmakta, diğer taraftan Yunan hükümeti vilayet dahilinde göç nedeniyle meydana gelen boşlukları, adalardan ve diğer yerlerden durmaksızın taşıdığı Rumlarla doldurmaktaydı. İşte bu durum Yunanlıların bölgeyi ele geçirmek için takip etmiş oldukları siyasetin en önemli göstergesiydi (27).
11 Nisan 1920 Pazar gecesinden, ertesi gün öğlen saat 12'ye kadar kiliselerde yapılan ayinden sonra Yunan işgal kuvvetlerinin de katılmasıyla Manisa' nın çeşitli yerlerinde devamlı silah atılmıştı. Halkı moralman çökertmek isteyen Yunan askerî birlikleri ta rafından 5-6 saat süren bir geçit resmi tertip edilmişti. Mütareke şartlarına istinaden, el koymuş oldukları silah deposundan çıkardıkları 12.5' hık toplardan birini şehrin ve Er meni mahallesinin üzerin-den aşırtarak, Manisa' nın arkasındaki dağa karşı 11 atış yaptılar. Açılan top ateşinden heyecana kapılan halkın bir kısmı dükkanlarını kapatmıştır. Ayrıca hükümet binası civarında işgal kuvvetlerine aid iaşe deposunu korumakla görevli Yunan askerleri ta rafından atılan silahlardan bir mermi, hükümet dairesi için deki jandarma subaylarının kaldığı odanın içine düşmüş ve tavanından çıkmıştır. "Yar hasanlar" mahallesi sakinlerinden Müyesser kadın adında birinin arabasına bir mermi isabet etmiş, 200 lira kıymetindeki hayvanının telef olmasına neden olmuştur (28).
Bu arada Manisa mutasarrıfı Hüsnü Bey' in, Aydın vilayetine gönderdiği 21 Tem muz 1920 tarihli rapora bir göz atmak gerekir. Bu rapordan anlaşıldığına göre, son zamana kadar Müslüman halkın % 95' i sadece Bergama ve Menemen olaylarından sonra göç etmiş, Akhisar' da Rumların evlerine yerleşmiş olan 800 aileden ibaret muhacirlerin ise yarısı dönmüştür. Çalınan eşya ve hayvanlardan bulunanların veya bedellerinin iadesi konusundaki müracaat ve şikayetlerin dinlenmesi için bir komisyon kuruldu. Eşraftan Enver Efendi ve Yunan fevkalade komiseri Karakuş Efendi başkanlığında hususi bir komisyon Akhisar' a gönderildi. Bu komisyon 260 kadar sığırı bularak, 200 nü sahiplerine iade etti. Birçok terk edilmiş eşya da, Yunan jandarmaları tarafın-dan bulunarak, müracaat sahiplerine iade edilmek üzere koruma altına alındı. Daha sonra hırsızlık zanlısı olarak yakalanan 60 kişi, Yunan memuru Karakuş Efen di tarafından tevkif edilmiş,30' u Manisa' daki Yunan "Divan-ı Harbi"ne, diğer 30 kişi de İz mire gönderildi. Yunan fevkalade komiserliğince Yunan mümessilli olarak Manolaki Anagnostopulos adında biri Akhisar' a gönderildi. Bergama ve Menemen olaylarından sonra Akhisar' a gelerek, oradaki Rumların evlerine yer leşmiş bilahare işgalden önce Akhisar' dan kaçmış olan bu muhacirler, Akhisar' a dön dükçe, şimdilik sokakta kal mamaları için, eskiden okluğu gibi Rum muhacirlerin evlerine yerleşmelerine Yunan hususi memuru Karakuş Efendi ta rafından izin verildi. Henüz dönmeyen bu muhacirlerin doğruca memleketlerine sevk edilmeleri hususunun sağlanmakta olduğu bu zat ta rafından ifade edilmiştir (29). Yine bu rapordan anlaşıldığına göre, Akhisardan hicret meydana geldiği bir sırada "Gureba" hastanesine terk edilen 8 kişinin Yunan işgalinin ardından, l ay iaşe ve tedavileri yapılmıştır. Ayrıca Akhisar' a dönmüş olan halktan muhtaç olanlara Yunanlılar 18 çuval un göndermiştir. Bu da yetmediğinden tüccardan satın alınarak halka dağıtılmak üzere 200 çuval daha gönderilmiştir.
Yumuşak bir ifade ile kaleme alınmış bu rapora göre, Kırkağaç1 ta memur ve halktan hiç kimse firar etmediği gibi, hiç bir hadise meydana gelmemiş ve Türkler' le Rumlar arasında tam bir uyum ve kaynaşma mevcuttur. Ancak Kırkağaç Reji idaresine Yunan bayrağının çekilmesinden duyulan rahatsızlık dile getirilmektedir. Yarı resmî mali bir kuruluş olan bu kuruma Yunan bayrağı çekilmesi, uygun görülmediğinden, in dirilmesi için jandarma kumandanlığı vasıtasıyla Reji idaresine gerekli tebligat yapıldı. Bunun dikkate alınmayacağını kabul eden mutasarrıf, reji baş müdürlüğünce mahalline etkili tebligat yapılmasını ve mahalli reji idaresince de uyarılması gerektiği kararını almıştır (30).
9 Temmuz 1920 günü Soma' ya giden mutasarrıf Hüsnü Bey, kasabadaki bazı mülkî ve askerî memurlarla, 30 jandarmanın işgalden önce firar ettiklerini teshil etmiştir. Ancak Balıkesir ve civar köylere gitmiş olan bazı memurlarla, bir kısım halkın dönmüş olduğunu ifade etmektedir. Hükümet kapısına Yunan bayrağı çekilmiş, jandarma ile polis merkezleri Yunan askerleri tarafından işgal edilmiş, Yunan bayrağının indirileceğine dair söz verilmiş olması, yukarıdaki ifade ile tezat teşkil etmektedir. Üstelik bununla da yetinilmeyerek, Yunan kolordu kumandanının 14 Haziran 1920 tarihli emriyle, Yunan subaylarından mürekkeb bir komisyon ta rafından Ziraat Bankası sandığı kırılarak, mevcut olan 450 liraya el konulmuştur. Yine mal sandığı açılarak mevcut 830 kuruş, yetim sandığında bulunan 662 kuruş gümüş para ve 255 kuruşluk kağıt para ile 66 kuruş 15 paralık nikel ve bir çeyrek altın alınmıştır (31). Ayrıca harp edilerek işgal edildiği görüşüyle, Soma' da bulunan bazı binalara "Harp ganimeti" olarak general Yuvano' nün emriyle el konulmuştur. Demirkapı'da tevkif edilerek , İzmir'e nakl edilen Soma Kuvâ-yı Milliye reisi Hacı Reşid, Çarkas Osman ve Giridli Hüseyin'in namuslu kişiler olduğu ve istemeyerek Kuvâ-yı Milliye içinde yer aldıklarından, serbest bırakılmalarının sağlanması için, halk adına belediye reisi ta rafından ricada bulunulmuştur. Üstelik Soma müftüsü ile metropolit vekilinin bu konu için İzmir' e gitmiş olmaları bir iyi niyet gösteresi olarak takdim edilmiştir. Buna bir başka misal, Balıkesir' in Giresun (Savaştepe) ilçesine bağlı Karaçam köyünden 7 kişinin Yunan askerleri tarafından tevkif edilmeleridir. Sözde köy ihtiyar heyeti Yunanlılara müracaat ederek, bu kişilerin Kuvâ-yı Millîye ile ilgilen olmadığını söylemesi üzerine,
Yunan memuru Karakuş Efen di çağrılarak, kendisine bilgi verilmiş , yapılan sorgulamalar neticesinde tutuklanmalarını gerektiren bir halleri olmadığına karar verilerek serbest bırakılmışlardır. Bunun yanısıra 21 kişi daha, Manisa mutasarrıfının yapmış olduğu teşebbüsler neticesinde, memur Karakuş Efendi ta rafından tahliyeleri için emir verilerek, serbest bırakılmışlardır (32).
KURTULUŞA DOĞRU
Mustafa Kemal Paşa' nın l Eylül 1922' de ilk hedef olarak Akdeniz'i gösteren ünlü emrini vermesi üzerine,Türk silahlı kuvvetleri, batıya doğru kaç makta olan Yunanlıların peşini biran olsun bırakmadı. Yunan birlikleri kaçarken, rast-geldikleri masum Müslüman köylerini yakıp yıkıyorlardı. Yüzlerce yıl rahat ve huzur içinde yan yana ve kardeşçe yaşadıktan sonra, Yunan ordusunun gelişi ile canavarlaşarak, bu ordu ile iş birliği yapan, silahsız Türk halkının boğazına sarılan , binlerce masumu insafsızca kati eden, fakat bozguna uğradıkları bu günlerde, yap tıklarının hesabını veremeyeceklerini düşündükleri için, kaçmakta olan Yunan ordusu ile birlikte yerli Rumlar da denize doğru koşuyordu. Türk şehir, kasaba ve köylerini baştan başa ateşe veren ve hal kının çoğunu, "Camilere ve evlere doldurarak" yakıp kül eden Yunanlılar, çok sayıda silah, cephane, araç ve gereç bırakarak, binlerce insanını Anadolu topraklarına gömerek maceralarını sona erdirdiler. Yunanlıların kazandığı tek şey,-dünya tarihindeki siciline hain, zâlim, katil ve kanlı bir millet olduğunun bir defa daha kayd edilmesi olmuştur.
Büyük bir bozguna uğrayan Yunan ordusu, işbirlikçi yandaşları olan Rumlarla birlikte İzmir' e doğru kaçıyorlardı. Rumlar ve Ermeniler İzmir' e gitmek için izin alabilirken, Türklere Ma nisa' dan çıkma izni verilmiyordu. Yunan işgal kuvvetleri komutanı Bagorci, Türklerin evlerinden çıkmalarını yasakladığı gibi, şehrin dışında işleriyle meşgul olan insanların da evlerine dönmelerini emretti. Belediye baskımı Rıza Bey, şehrin ileri gelenlerinin de ısrarı ile bir heyet teşkil edip Albay Bagorci' ye müracaat etti. Türkler' e izin verilmemesinin halk ta telaş ve kuşkuya neden olduğunu, Manisa' nın yakını, ya da Türklere de Manisa' yı terk etmek için izin verilmesini istedi (33). Bagorci ise, endişeye mahal olmadığını söyleyerek, göçü durdurmadığı gibi, izin de vermedi. İtilaf devletleri temsilcileri ve Manisa metropolit vekili nezdinde yapılan müracaatlardan bir netice alınamadı. Bu sırada şehirde sakin yerli Rum ve Er meniler bomba ve silahlarla donatılmıştı. Tam bir asayişsizliğin hüküm sürdüğü şehirde yağmacılık, ırza geçme olayları had safhaya varmıştı. Yunan işgal kumandanı ve yardımcısı 5 Eylül 1922 akşamı tahrip taburları ile bizzat ilgilenerek, ilk adımda Malta semtini ateşe verdirdi. Halk bu yangını güçlükle söndürdü. Aynı günün akşamı kışla, 6 Eylül sabahı da çarşı ateşe verildi. Bu büyük yangından geriye 2728 dükkandan 279 dük kan, 40 han ve otelden 5 han, 9 hamamdan 2 hamam kalmıştı. Çareyi Sipil dağına kaç makta bulan halk, tam gün aç, uykusuz ve perişan bir durumda dağda saklandı. 200 kadar kişi Fransız hat komutanlığına sığınarak canını kurtarabildi. Yunanlılar bizzat işgal komutanı Bagorci' nin emri üzerine Hükümet konağını da ateşe vererek Ma nisa' dan ayrıldılar. Ancak Türk ordusunun önünden kaçan Yunan süvari tümeni de 7 Eylül 1922 günü Manisa' ya çekilmişti. Aynı günün akşamı, Manisa' yi kurtarmakla görevli 5. süvari kolordusu Fahrettin (Altay) Paşa' nın komutasında şehre yaklaşıyordu. Bu kolordunun 14. tümeni 8 Eylül sabahı harekete geçerek, Gediz' i aştı. 9 Eylül sabahına kadar düşmana 200 kayıp ve dirilmiş, 80 de esir alınmıştı. 1. süvari tümeni büyük kısmı ile Manisa' ya yürüyordu. Tümen komutanı Mürsel Paşa' nın emri üzerine tugay komutanı albay Cemil Bey, birliklerini Manisa' ya sokmaya başladı. Onun arkasından 11. ve 21. süvari alayları şehre girdiler. Son direnmelerden sonra düş man Manisa’yı Türk birliklerine terk ederken, ortaya çıkan duamı vahimdi. Manisa tamamen yanmış, bir enkaz şehir haline gelmişti. Tüm maddi varlığı yok edilen Ma nisa' da binlerce ev, yüzlerce dükkan, pekçok cami ve han yakılıp yıkılmıştı. İnsan kaybı da çok büyüktü. 3500 kişi ya kılmak suretiyle, 855 kişi de kurşunlanarak katledilmişti. Sadece bir mahalleden götürülen 500 kişinin akibeti meçhuldü. Tümen kumandanı Mürsel (Baku) Paşa, karargah su bayları ile birlikte Manisa' ya girerken camilere, devlet dairelerine bayrak çekiliyordu. Manisa' ya yetkili olarak bırakılan Binbaşı Musa Bey, hal kın yaralarını sarma hususunda gösterdiği gayret sebebiyle büyük sevgi kazandı. Halkın ve şehrin ileri gelenlerinin isteği üzerine, işgal sırasında halka yardıma çalışan Katolik kilisesindeki papazlara, ordu adına yüzbaşı Kemal Bey teşekkür etti. Ulucami' yi kilise haline getirmeye çalışan ve mezalime katılan Manisa Metropoliti yakalanarak, yargılandı, üç ay sonda da asılarak idam edildi. Manisa1 yi yaktıran ve bizzat emir veren Albay Bagorci, 9 Eylül' de İzmir' de esir alınan Yunanlılar arasındaydı..
Gazi Mustafa Kemal Paşa, "Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler, her zaman yıkılmaya mahkûmdur." derken bir tarihi hakikati dile getiriyordu. İlelebed yaşamak isteyen bir millet, tarihini de yaşatmak zorundadır. Bizler yokluklar içinde, destanlar yazan bir milletin çocuklarıyız. Memleketlerinin düşman çizmesi altında çiğnenmesini asla kabul etmeyen vatanseverler, yer yer bölgesel kurtuluş hareketlerine girişmişlerdi. Daha kongreler yapılıp, Millî Mücadelenin programı belli olmadan, Batı Anadolu işgale karşı çıkmıştır.
*******************************************
Ø Bu makale Manisa’yı Mesir’i Tanıtma ve Turizm Derneği tarafından yayımlanan “Kurtuluş Özel Sayı : 7” nda Ekim 1994’te basılmıştır.
(1) Millî Mücadele Dergisi, İstanbul 1969, sayı 6, s. 103
(2) Kâzım Özalp, Millî Mücadele, c.I, Ankara 1985, s. 10
(3) Kâzım Özalp, aynı eser, s. 13
(4) Kâzım Özalp, aynı eser, s. 15, Belge nr. 7
(5) BOA-DH-KMS, D. 49-1, nr. 80, Lef. 1-3 ; 4-6
(6) BOA-DH-KMS, D. 49-1, nr. 80, Lef. 4-6
(7) BOA-DH-KMS, aynı belge, Lef. 7-12 ; 14-16
(8) BOA-DH-KMS, aynı belge, Lef. 7-12
(9) BOA-DH-KMS, aynı belge, Lef. 14-16
(10) Yunan tarafları olduğu için Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey'e halk Hüsnüyadis diyordu.
(11) Selahaddin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, l, İstanbul 1991, s.206
(12) Bk. BOA-DI1-KMS, D.52-1, nr.96, Lef.2
Buradaki Jandarma kumandanı yüzbaşı Fehmi ve merkez kumandanının da pasifliği yüüznden Yunanlılar, 48.000 tüfek ve 88 topa el koymuşlardı. Bk. İbrahim Ethem Akıncı, Demirci Akıncıları, Ankara 1978, s. 2
Manisa mutasarrıfı Hüsnü Bey tarafından, 25 Mayıs 1919 tarihinde Dahiliye Nezaretine çekilen telfrafa göre işgal keyfiyeti şöyle gelişmişti; Aynı gün öğlen vakti saat birde Yunan işgal kuvvetleri kumandanı adına Binbaşı Kapulo mutasarrıfın yanına gelerek, İtilaf Devletlerinin karart ve Yunanistan Hükümeti' nin emriyle Manisa' yi işgal edeceklerini ve tüm memurların, polis ve jandarma gibi asayişten sorumlu memurların da, eskiden olduğu gibi görevlerini yapmaya devam etmelerini istemiştir. Ayrıca, halkın kendi işleriyle meşgul olmalarını, tüm balkın can, mal ve ırzının her türlü saldırı ve tecavüzden korunmuş olduğunu, bu husustaki sorumluluğun tamamen kendilerine ait bulunduğunu söylemiştir. Şimdilik durumun sakin olduğunu ifade eden mutasarrıf, nezaretçe yardım gerektiren bir durum olmadığına kanaat getirmiş ve Osmanlı Hükümeti adına hazırlamış olduğu protestonâmeyi Yunan işgal kuvvetleri kumandanına vermiştir. Bunu müteakiben Yunan askerleri şehre girmiş, hükümet binası çevresi ile bazı noktaları kontrol altına almışlardır. Bk. BOA-DH-KMS, D. 52-1, nr. 96, Lef. 3
13) Kâmil Su, Manisa' nın Yunanlılar Tarafından İşgalini Doğuran Sebepler, 2. Mesir Konferansları, Manisa 1983, s.32
14) BOA-DH-İ.UM, D.E.-50, nr.28, Lef.3
15) BOA, DH-i/UM, D.E-50, nr.28, Lef.3
16) Bekir Sami Bey'in, Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşaya sunduğu bu raporun metni için bk. Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, Ağustos 1968, sayı 11, S.1O
17) Akhisar Belediye reisi vekili Alt Rıza Bey ve bazı eşraf tarafından imzalanan bu telgrafın tam metni için bk. BOA, DH-KMS, D.52-2, nr.49, L.l -3
18) Dahiliye Nezareti tarafından, Aydın Vilayetine yazılan 28 Haziran 919 tarihli tahrirat için bk. BOA, DH-KMS, D.52-2, nr.61
19) BOA, DH-KMS, D.52-2, nr.61, Lef.2
20) BOA, DH-KMS, D.52-2, nr.20, Lef.2
21) BOA, DH-KMS, D.52-4, nr.55, Lef.
22) BOA, DH-KMS, D.52-4, nr.58, Lef.l
23) BOA-DH-KMS, D.52-4, nr.58, Lef. 2,3,4
24) BOA, DH-KMS, D.52-5, nr.JO, Lef.l
25) BOA, DH-KMS, D.52-5, nr.JO Lef.2
26) BOA, DH-KMS, D.52-5, nr.73, Lef.l
27) İzmir Jandarma alay kumandanlığı tarafından, Jandarma genel kumandanlığına yazılan 18 Nisan 1920 tarihli rapor sureti için bk. BOA, DH-KMS, d.52-5, nr.73, Lef.4
28) Jandarma genel kumandanı Ali Kemaleddin Paşa tarafından, Dahiliye Nezaretine gönderilen 2 Mayıs
1920 Mayıs 192O tarihli yazı için bk. BOA.DH-KMS, D.52-5 nr. 73, Lef.4
29) BOA, DH-İ/UM, D.2O-24, nr.14-22, Lef.2/
30) BOA, aynı belge, Lef.2/2
31) BOA, aynı belge, Lef.2/2
32) BOA, Aynı belge, Lef.2/3
33) Teoman Ergil, Manisa'nın Kurtuluşu, Manisa Dergisi, sayı 4, Ekim 1993, s.8
Millî Mücadele'den Bir Tablo: Makbule Hanım
İşgal yılları
15 Mayıs 1919'da Yunanlılar, İtilaf Devletlerinin de desteğiyle, bütün Ege Bölgesi'ni işgal etmek maksadıyla, İzmir'e asker çıkarmıştı. Oradan Manisa, Akhisar, Salihli ve Ödemiş taraflarına doğru ilerlemeye başlamışlar; yaklaşık bir yıl sonra, 15 Temmuz 1920'de Gördes’e saldırmışlarsa da, esas tahribatı 21 Mayıs 1921'de yapmışlardı. Üç bin yıllık geçmişi olan Manisa'nın Gördes ilçesi, İstiklâl Harbi sıralarında şiddetli çarpışmalara sahne olmuş beldelerimizden birisidir. Bu tarihten itibaren 5 Eylül 1922'de düşman işgalinden tamamen kurtulana kadar ilçe yönetimi, yaklaşık iki yıl kısa aralıklarla Türkler ve Yunanlılar arasında el değiştirmiştir. Çünkü, Gördes, Sındırgı ve Demirci havalisini müdafaa eden, sayıca az fakat kahraman efe, güçlü imanları sayesinde yaptıkları baskınlarla ilçeyi zaman zaman Yunanlıların elinden alıyor; ancak düşmana takviye kuvvet geldikçe de, dağa çıkıp çete savaşı yapıyordu. Bunlardan biri, Salihli'nin Torunlu köyünden Ali Efe; diğeri ise, Manisa'da uzun yıllar hapishanede gardiyanlık yapan, Yunanlılar Manisa'yı işgal edince, mahpusları silâhlandırıp, düşmana karşı kahramanca savaşmalarını sağlayan Makedonya göçmeni Pehlivan Mehmet Ağadır.
Bu savaşlar sırasında ilçede pek çok ev ve dükkân yakılıp yıkılmıştı. Yunanlılar, şehri terk ederken de her tarafı yakıp yıkmışlardı. Yangın içinde kalan insanların acı çığlıkları kulakları çınlatmış, etrafı günlerce yanık kokusu sarmıştı. Sokaklar; kopmuş kol, bacak ve kafalarla dolu idi. Vücudunun yarısı yanmış, hâlâ can çekişmekte olan insanlar ise yürek yakıyordu.
Mütevazı bir düğün
1921 Mayısı’nın sonlarına doğru, Gördesli bir genç kızın düğünü vardı. Gördes işgal altında olduğundan, düğün Demirci'de yapılmaktaydı. Bu düğün Makbule Hanımla Halil Efenin düğünü idi. Sade bir törenle dünya evine girdi gençler. Halil Efe, Gördes'i savunmak gayesiyle düşmanla defalarca çarpışan yağız bir genç efe idi.
Düşmanın bütün Ege'yi işgal etmek için, doğuya doğru ilerlemeye devam ettiği haberleri geliyordu. Gördes'te yapılan katliamlar yüzünden efelerin ve eli silâh tutanların yerinde durması mümkün değildi. Halil Efe de, eşinden gizli olarak hazırlıklarını yaptı. Ancak, Makbule Hanım her şeyin farkındaydı. Evliliklerinin daha ilk aylarında kocasının tekrar dağa çıkıp Millî Mücadele'ye katılacağını çok iyi biliyordu. Kocası Halil Efe düşmanla savaşmak isterken, Makbule durur muydu? O, çocukluğundan beri bugünler için yetiştirilmiş bir asker gibiydi. Arkadaşları ona: "Asker Makbule" derdi. Silâh kullanmayı ve ata binmeyi de öğrenmişti. Birinci Dünya Savaşı'nda babasını, Yemen Savaşı'nda da ağabeyini şehit veren Makbule'yi annesi büyütmüştü. Bütün bunlar Makbule'yi bu mücadeleye hazır hale getirmişti.
Makbule Hanımın efelere katılması
Bir cuma günü, cuma namazından çıkanlar kendi aralarında, düşmanın ilçeye yaklaşmakta olduğunu konuşuyordu. Tam bu sırada Halil Efe arkadaşlarından bir haber aldı. Arkadaşları, Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey komutasında dağda silâhlanmış ve düşmana karşı mevzilenmiş, Halil Efenin de kendilerine katılmasını bekliyordu. Halil Efe o gece, iki aylık eşiyle vedalaşıp evden ayrıldı.
Vatan müdafaasında prensip olarak her şey gizli yürütülür; sırları ifşa edenler en ağır şekilde cezalandırılır. Halil Efe de nereye gittiği hususunda eşine bir şey söylemeden evden ayrıldı. Doğuştan cengaver bir ruh taşıyan ve çocukluğundan beri ata binmeyi, silâh kullanmayı en iyi şekilde öğrenen Makbule Hanım, durumu sezmekte gecikmedi. O da Milli Mücadele'ye katılmak istiyordu. Bunu eşine söylese, kesinlikle reddedileceğini biliyordu. Muhtemelen, "İşte aradığım gün bu gündür. Kocam düşmanla savaşırken ben evde işe yaramaz bir halde duramam. Memleketi düşmanlar sarmışken bana evde oturmak yaraşmaz. Hem ben çocukluğumdan beri böyle günler için hazırlanmadım mı?" şeklindeki mülâhazalarla hareket ediyordu. Bu yüzden kocası evden çıkar çıkmaz, hazırlanıp arkasından gizlice onu takip etmeye başladı. Kocası Halil Efe, arkadaşlarının yanına varmıştı. O ise bir çalılığın arkasına gizlenmiş, kendisini efelere nasıl kabul ettireceğini düşünmekteydi. Bir çıtırtı üzerine nöbetçi efe, silâhını sesin geldiği yöne doğrultup arkadaşlarını da teyakkuza geçirdi. Efeler çalılığa doğru, "Her kimsen ortaya çık, yoksa ateş edeceğiz." diye bağırdılar. Makbule Hanım gecenin karanlığında çaresiz ortaya çıktı ve çekingen bir sesle: "Ateş etmeyin, ben Halil Efenin ailesiyim." dedi. Bunun üzerine Halil Efe, şaşkın ve mahcup bir tavırla: "Sen ne arıyorsun burada? Senin evde olman gerekiyordu. Seni hemen eve geri götürmeliyim." dedi. Fakat Makbule Hanım bir türlü ikna olmuyordu. Israrla kocasına savaşa iştirak etmek istediğini söylüyordu. Kocasını ve efeleri ikna edemeyeceğini anlayınca komutan Kaymakam Ethem Beyin yanına gidip, "Bey amca beni geri göndermeyin, ben de düşmanla dövüşebilirim, size yararım dokunur, beni bu mukaddes müdafaadan mahrum bırakmayın. Yunanlıların bize neler yaptıklarını gördüm ve bunun hesabını sormak istiyorum. " diye yalvardı.
Makbule'nin yalvarmalarına rağmen, Pehlivan Ağa başta olmak üzere efelerin hepsi, aralarında bir kadın bulunmasının uygun olmadığını söylediler. Makbule Hanım ise ağlayarak yalvarmaya devam ediyordu. Sonunda İbrahim Ethem Bey: "Pekâlâ bir deneyelim bakalım. Ama bize ayak bağı olursan hemen evine döneceksin." dedi. Makbule Hanım da, İbrahim Ethem Beye kendisini kabul ettiği için teşekkür ederken, sevinçten gözlerinin içi gülüyordu.
Makbule Hanımın mücadelesi
Makbule Hanım, memleketi kara bulutlar sardığından beri, yakınlarını şehit verdiğinden midir bilinmez ama, elbiselerini hep siyahlardan seçerdi. O gün de üzerinde siyah bir ceket, altında bol bir şalvar vardı. Başında da, yaz-kış çıkarmadığı, kalpağa benzer bir başlık bulunuyordu.
Herkesin atı ve tüfeği olduğu halde, Makbule Hanımın sadece yakın mesafelerde tesirli olan basit bir tabancası vardı. Bu yüzden efeler Halil Efeye, Makbule Hanımın evine dönmesi gerektiğini söylüyorlardı. Makbule Hanım da: "Ben atımı ve silâhımı bulur, başımın çaresine bakarım; kimseye yük olmam." diyordu. Onun bu gözü pekliği karşısında ne kocası, ne İbrahim Ethem Bey, ne de diğer efeler söyleyecek söz bulamıyorlardı. Efeler tarafından böyle dışlanmasına içerleyen Makbule Hanım, bir gün efeleri şaşırtan ve kendisini kabul ettiren bir şey yaptı. Efeler, gece Çomakla Dağı'nın eteklerinde karargâh kurmuş, istirahate çekilmişlerdi. Düşmanın yerini önceden efelerin konuşmalarından öğrenen Makbule, gecenin karanlığında kimseye sezdirmeden, çadırından ayrılıp, düşman karargâhına bir baskın yaptı. Hançeriyle düşman nöbetçisini bir darbede yere serdi. Yere serdiği nöbetçinin silâhıyla uyumakta olan düşman askerlerinin üzerlerine yaylım ateşi açtı, uyanmalarına fırsat vermeden onları tesirsiz hale getirdi. Düşman karargâhındaki silâh, mühimmat ve erzakı onların atlarına yükleyip birliğine döndü. Silâh sesleriyle irkilen efeler, dikkat kesildiler. Kendilerine doğru gelen nal sesleriyle teyakkuza geçtiler. "Dur!" diye bağırdılar. Bu ikaza karşılık Makbule Hanım: "Ateş etmeyin, ben Makbule'yim." dedi. Ve efelerin şaşkın bakışları önünde ganimetleri ortaya döktü. Efelerin artık Makbule'ye söyleyecekleri hiçbir şey kalmamıştı.
Makbule, saldırılarda herkesten önce hazırlanıyor, ön saflarda düşmana kurşun sıkıyordu. Düşman saldırısının yoğunlaştığı anlarda geri çekilmek isteyen genç efelere hal ve tavırlarıyla cesaret veriyor "Nereye gidiyorsunuz, siperlerden çıkmayın vurulacaksınız..." diye bağırıyordu.
Efelerin endişesi
Başta kocası Halil Efe olmak üzere bütün efeler, cesaretinden ve başarılarından dolayı onu takdir ediyor; ancak başına bir şey gelmesinden ve canlı olarak düşman eline geçmesinden korkuyorlardı. Pehlivan Ağa: "Senin kahramanlıkların bizi şaşkına çevirdi, herkes seni takdir ediyor; ama sen kadınsın, bu işler yine de sana göre değil, başına bir şey gelmesini istemiyoruz. Ne olur şehre dön, bize oradan bilgiler getirirsin, erzak ve mühimmat desteği yaparsın." dedikçe, Makbule Hanım itiraz ediyor, geri hizmette kalmak istemediğini, gerekirse bu uğurda şehit olmayı arzu ettiğini söylüyordu. İbrahim Ethem Bey, Makbule'nin ikna edilemeyeceğini anlayınca, arkadaşlarına, "Bırakın, bu kahraman mücahide dilediğini yapsın. Zaten sayımız az. Onun da bize katkısı küçümsenecek gibi değil, sıkıştırıp durmayın kızı!" dedi.
Yenen çiğ tavuklar
Günler böyle geçerken, düşmanla çatışmaktan yorgun düşen efelerin erzakı da iyice azalmış, efeler torbalarında kalan son kırıntılarla ayakta kalmaya çalışıyorlardı. Geceleri de -düşmanın görmesinden çekindikleri için- ateş yakamayan efeler soğukta büzülerek, tam teçhizatlı bir şekilde aç karına uyumaya çalışıyorlardı. Böyle bir gecede, aniden duyulan bir hışırtıyla uyanan efeler, baş uçlarında dikilen Halil Efeyi görürler. Elinde köylülerden aldığı iki tavuk vardır. Halil Efe: "Bunları pişirip yiyelim arkadaşlar!" der. Aslında ateş yakmak yasaktır. Buna rağmen talimatlar çiğnenerek, etraftan çalı çırpı toplanıp ateş yakılır. Ateşin görünmemesi için, çevresi kapatılır. Tüyleri yolunan tavuklar, bu kısık ateşte kötü de olsa pişirilip yenir.
Makbule Hanımın şehadeti
Düşman geceki ateşten yerlerini belirlemiş olacak ki, efelere yaylım ateşi başlattı. Tam siper yere uzanan efeler, silâhlarıyla sürünüp, kimisi bir çukura, kimisi de bir kayanın arkasına gizlenerek, ateşin nereden geldiğini tespit etmeye çalıştı. Düşman askerlerinin kendilerine doğru yaklaşmakta olduklarını gördüler. Hazırlıksız yakalanan efeler, düşman üzerine aralıksız ateş ediyor, kendilerine yaklaşmalarına izin vermiyordu. Ancak efelerden bazıları şehit olmuştu. Düşman da ciddi kayıplar verdiğinden geri çekilmeye başlamıştı. Silâh sesleri kesildikten bir süre sonra, hayatta kalan efeler siperlerinden birer birer çıkmaya başladılar. İlk işleri Makbule'yi aramak oldu. Makbule Hanımı yıkılmış çadırında bulamadılar. Şehit olan efelerin arasında da göremeyince, düşman ölülerinin olduğu yere gittiler. Onu az ötede yere boylu boyunca uzanmış buldular. Bu şehit, Millî Mücadele'mizin kadın kahramanlarından Makbule Hanımdı. Tarihler, 16 Mart 1922'yi gösteriyordu.
İbrahim Ethem Bey hatıralarında: "Uzaktan gelen bir kurşun Makbule'yi şehit etti. " der. Efeler, daha yirmisinde Rabb'ine kavuşan Makbule'yi, Sındırgı, Gördes ve Demirci üçgeninde kalan Koca Yayla mevkiinde, kanlı elbiseleriyle, gözyaşları içinde defnettiler.
Gördesli Şehit Makbule Hanım; Nene Hatun, Kara Fatma, Tayyar Kadın, Emire Ayşe Aliye, Fatma Nine ve Kara Ayşe gibi, araştırılıp ortaya çıkarılmayı bekleyen nice kadın kahramanlarımızdan sadece birisidir. Bu kadınlarımız, Anadolu'nun analarla dolu olduğunu gösteren birer destan yazmıştır. Milli Mücadele'nin yaşandığı beldelerde araştırma yapılırsa, birçok kadın kahramanımızla karşılaşılacaktır.
Geçmişi böylesi büyük kahramanlıklarla dolu Anadolu kadını, günümüzde de içinde yaşadığı şartlara uygun bir şekilde üzerine düşen vazifeyi büyük bir fedakârlıkla yapmaya devam ediyor.
SALİHLİ MÜBADİLLERİ
VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR
Dr. İsmail ŞEN
ÖZET
Milli Mücadele'nin başarı ile neticelenmesinden sonra Lozan
Konferansı'nda 30 Ocak 1923 tarihinde Yunan ve Türk halklarının mübadelesine
ilişkin imzalanan sözleşme ve protokol gereği, Kasım 1923'ten itibaren ülkenin
bir çok yerine olduğu gibi Salihli'ye de mübadil yerleştirilmeye başlanmıştır.
Salihli'ye çoğunluğu Florina'dan olmak üzere, Siroz, Kavala, Drama, Girit Hanya,
Girit Kandiye, Grebene, Langaza ve Serfîce'den mübadiller yerleştirilmiştir.
Mübadillerin Salihli'ye yerleştirildiği dönemlerde bütün bölgelerde olduğu gibi
burada da işlerin planlandığı gibi gitmediği bu nedenle büyük zorluklarla karşılaşan mübadillerin şikayetlerini dilekçeler ve telgraflar ile dile getirmeğe çalıştıkları ve ilgili kurumlarca da şikayetlerinin çözümlenmeğe çalışıldığı bilinmektedir. Salihli mübadillerinin en fazla iskân, nakil ve bağ, bağçe ile ilgili sorunlarla karşılaştığı belgelerde görülmektedir.
Neticede Salihli mübadilleri yıllardır yaşadıkları toprakları terk ederek
büyük zorluklarla geçen yeni yurtlarına nakillerinden sonra bıraktıklarından daha
az toprak ve Yunanlılar tarafından harap edilen hanelerde iskan edilmiş ve ilk
dönemlerde maddi sorunlardan psikolojik sorunlara kadar çeşitli dertlerle uğraşmak zorunda kalmışlardır.
Anahtar Sözcükler: Mübadil, Salihli mübadilleri, Sorunları.
GİRİŞ
Osmanlı Devleti gerileme devrinde sayısız göç hareketi ile karşı karşıya
gelmiştir. Daha önceki dönemlerde Balkanlarda iskân ettiği insanların torunlarının yanı sıra Balkanlarda sonradan Müslümanlığı kabul etmiş olan insanların da büyük bir kısmı, yurtlarının elinden alınması veya bu bölgede yaşam şartlarının devamlı kendi aleyhlerine gelişmesi ve hayatlarının devamlı tehdit ve tehlike altında olması nedeniyle, payitahta yakın yerlere doğru devamlı surette göç etmişlerdir. Bu göçler genellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinden sonra ivme kazanmış, en büyük göç hareketleri bu savaş sonrası, Balkan harpleri ve Birinci Cihan harbi ve sonrası dönemlerde meydana gelmiştir.
Milli Mücadele'nin başarı ile neticelenmesinden sonra Lozan
Konferansı'nda azınlıklar meseleleri de ele alınmış ve 30 Ocak 1923 tarihinde
Yunan ve Türk halklarının mübadelesine45 ilişkin sözleşme ve protokol
imzalanmıştır.46
Bu büyük mübadele olayından önce de Osmanlı Devleti ile Yunanistan
arasında Aydın Vilâyeti'nde (şimdiki İzmir, Manisa, Aydın, Denizli ve Muğla
illerini kapsayan geniş bir vilâyet) bulunan köylü Rum halkı ile Yunan Makedonya'sı Türk halklarının mübadelesi konusunda Atina'daki Osmanlı elçisi Ali Galip Kemali Bey aracılığıyla ciddi çalışmalar olmuş, fakat I.Dünya Savaşı'nm başlaması ile bu girişimler sonuçsuz kalmıştır.47
Türk tarihinde ve Balkanlarda bu büyüklükte karşılıklı bir göç veya yer
değiştirme hareketi daha önce yakın tarihte görülmezken Lozan'da kısa bir zamanda nasıl böyle bir karara varılabilmişti? Bilhassa yeni kurulan Türk Devleti gidenlere göre eğitim ve gelir seviyesi düşük insanları o dönemin çok zor şartları altında nasıl istihdam edecekti? Neden bu çapta bir mübadele olayına rıza göstermişti?
Tarihçilerimiz bunu genellikle yeni kurulacak devletin ulus devleti temel aldığı
için gerçekleştiğini ifade etmektedirler. Burada ilave etmemiz gereken bir husus
daha bulunmaktadır o da; Tarihi olayların gelişiminin bu mübadeleyi gerekli kılmış
olması ve özellikle de Yunanlıların ulusçuluğu Türkler kadar ve hatta çok daha
fazla istemiş olmasıdır. Zira Yunanistan'ın gönderdiği insanların ülke nüfusuna
oranı Yunanlıların lehinedir ve gelenlerle birlikte de Yunanistan iki yılda % 25
nüfus artışı sağlamıştır48. Ayrıca Türkiye'den gidenlerin eğitim ve gelir düzeylerinin özellikle eğitim düzeylerinin yüksek oluşu49 mübadeleninYunanistan'a ulus devlet çizgisinde Türkiye'den daha fazla avantajlar sağladığı görülmektedir.
Lozan'da 30 Ocak 1923 tarihinde imzalan protokol ve sözleşmeden sonra
Salihli'ye yerleşen mübadillerin yerleşimine kadar geçen süreci kısaca inceleyelim:
Mübadele meselesinin bugünkü anlamda bakanlık düzeyinde ele alınması gerekliliği ortaya çıkınca 13 Ekim 1923'de Mübadele İmar ve İskan Vekâleti oluşturulmuştur.
Lozan Sözleşmesi'ne göre 1 Mayıs 1923 tarihinde, resmi olarak başlaması gereken mübadele Kasım 1923 de başlamıştı51. Türkiye'ye getirilecek mübadiller 10
bölgeye yerleştirilecekti Salihli de 4. bölge52 içerisinde yer alan Manisa'ya bağlı
bir kaza idi.
Yunanistan'da mübadillerle ilgili birçok ilmi çalışma bulunmakta hatta
mübadillerin hatıraları dahi derlenmekte, romanlara konu olmaktadır.53 Ülkemizde ise son derece az olan bu çalışmalara Günümüzde Manisa'nın bir ilçesi olan Salihli'ye yerleşen mübadillerin yerleşimi ve özellikle de yerleşmelerinden sonraki sorunları ile ilgili kısa ve öz bir çalışma ile katkı yapmaya çalışacağız.54
1-MÜBADİLLERİN SALİHLİYE NAKİLLERİ VE İSKÂNLARI
Milli Mücadele'nin başarılı olması ile 5 Eylül 1922 tarihinde Salihli'nin
Yunan işgalinden kurtarılmasından sonra Salihli'nin durumu diğer Batı Anadolu'daki
şehirler, kasabalar gibi korkunç ve vahimdi. Yunanlıların geri çekilirken yaptıkları
vahşetin yanında çıkardıkları yangınlardan da Salihli payına düşeni almıştı.55
Bir çok ev tamamen yanmış bir kısmı da oturulamayacak hale gelmişti. Bu da
mübadiller meselesinin yanında bir de tarihimizde harikzedeler olarak zikredilen
meselenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun mübadiller meselesini olumsuz etkilediği ve sorunların çözümünü zorlaştırdığı açıktır. Zira evsiz kalan bir çok harikzede mübadillerin yerleştirileceği Rumların boşalttığı evlerden oturulabilecek durumda olanlarının bir kısmına ya yerleştirilmiş ya da kendisi yerleşerek barınma ihtiyacını karşılama yoluna gitmiştir.56
Salihli'yle birlikte Manisa'nın diğer kazalarının durumu Manisa Mebusu
Ethem Bey'in Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunduğu 21 Ocak 1924 tarihli
"Saruhan Vilâyeti'ndeki yanık kazaların ahalisine mümkün olan muavenetin sürati ifası" hakkındaki takririnde,57 aradan geçen zamana rağmen açıkça görülmektedir.
Burada Ethem Bey, bazı kazalarda devletin resmi dairelerinin dahi işlevini yerine
getirecek binaları bulunmadığı için bazı bağlarda bulunan damların58 kullanıldığını, süratle bu bölgeye gereken yardımların yapılması gerektiğini ifade etmektedir.
Yine aynı dönemde Manisa'da bulunan dernekler ve odalar belediye başkanının
da imza koyduğu 20 ocak 1924 tarihli "Ankara da İmar ve İskân Vekili muhterem Mustafa Necati Beyefendi'ye" diye başlayan bir belge ile Manisa, Kasaba (Turgutlu), Salihli, Alaşehir ve Gördes'te meskenlerini yapmaya mali gücü olmayan muhtaçlara inşaat malzemesi ve nakdi yardım yapılmasını talep etmişlerdir.59
Bu duruma rağmen Salihli'ye mübadil yerleştirilmesi, bölgede çok geniş
miktarda tarıma elverişli toprak bulunması ve bağcılığın o günün şartlarına göre
de olsa gelişmiş olması ile izah edilebilir. Salihli kaymakamlığının İzmir 4. Mıntıka
İmar ve İskân Müdüriyeti'nin Salihli'de mübadiller için uygun arazilerin tespiti
ile ilgili 23 Ağustos 1924 tarihinde gönderdiği yazıya 18-Ekim 1924 tarihinde
verdiği cevapta; Salihliye yarım saat mesafede her türlü ziraata uygun Rumlardan kalan 4000 dönüm arazinin olduğunu bildirmektedir.60 Bu da yukarıdaki görüşümüzü teyit ettiği gibi Salihli'de o dönem için mübadillerin yerleştirileceği yeterli hane olmasa da işleyebilecekleri toprağın bulunmasının da önemli olduğunda göstermektedir.
1924 yılı başlarında Salihli'nin altyapısı bu şekildedir. Bu durumda
Salihli'de kaç ev mübadillere verilecekti, ne kadar mübadil burada iskân edilecekti?
Ne kadar arazi ve bağ verilecekti? 23 Ağustos 1925 tarihli bir belgede61 Salihli'de sadece 83 bab-ı haneden bahsedilmekte ve mevcut 83 haneden 24 hanesi mektep, ve deveranı resmiye ile memurinin elinde olduğu, 32 hanesi harikzedelerin elinde olduğundan henüz boşaltılıp mübadillere verilmediği, bu nedenle sadece 27 bab-ı hanenin mübadillere verildiği ifade edilmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi 1924 yılı başlarından itibaren başlayan mübadillerin iskânı için Salihli'de çok az ev bulunmaktadır. Buna rağmen Manisa'nın diğer kazalarına olduğu gibi Salihli'ye de mübadil nakledilmeye başlanmıştır. İlk yıllarda Salihli'ye, Florina, Siroz, Kavala, Drama, Girit Hanya, Girit Kandiye veya (Kandiya), Grebene, Langaza, Serfîce'den? mübadiller nakledilmiştir.62 Girit bölgesinden gelenler Yunanistan'dan ayrılmadan evvel diğer bölgelerden gelenlere göre biraz daha az zorlukla karşılaşmışlardı. Zira Bu bölgede daha az Türk bulunduğu için onların organizasyonları Hüseyin Bey'in (Renda) gayretleriyle daha kolay olmuştur. Fakat kömür taşımada kullanılan ilkel gemilere binildikten sonra uzun yıllar sürecek olan çileli yaşam hepsi için de başlamış oluyordu.63 İzmir'e ulaşıldıktan sonra da yolculuk çilesi bitmiyordu. Bir süre misafirhanelerde tutulan ve gerekli işlemleri yapılanlar gidecekleri bölgelere gönderiliyorlardı. Bu dönemde İzmir'den Kasaba (Turgutlu) Salihli üzerinden Kula'ya kadar uzun bir mesafedeki ulaşımı bazı mübadil gruplarının yaya olarak gerçekleştirildiği de kaynaklarda yer almaktadır.
Çok zor ve ağır şartlar altında yapılan yolculuklar sonunda nakilleri
gerçekleşen mübadillerle ilgili 23 Ağustos 1925 tarihine gelindiğinde Salihli'de
ş u şekilde i s k ân edi lmiş b ir mübadil t ab losu karşımı z a çıkmaktadı r .6 5
Florına kazasından 49 haneden 242 nüfus
Siroz.... " 1 5
Kavala " 1 2
Drama... " 1 10
Girit Hanya " 2 13
Girit Kandiye " 1 1
Grebene 2 7
Langaza.. 1 8
Serfıce? 1 6 olmak üzere
merkez kazada toplam 59 hanede 294 kişi yerleştirilmiştir
Bu tablodan da görüleceği üzere asıl mübadil yoğunluğunu Florina'dan
gelenler teşkil etmiştir. Florina'dan gelen ilk kafilenin Ağustos 1924'de, 44 hanede yerleştirilen 199 kişi olduğu, geri kalan 5 hanedeki 43 kişinin de daha sonra yerleştirildiği görülmektedir.66 Diğer bölgeden gelenler bir veya ikişer ailedir. Bu ailelere verilecek bağ ve araziye geçmeden evvel Salihli'deki mübadillere ayrılan mülk durumunu da ortaya koymak yararlı olacaktır. Salihli Kaymakamlığı'nın Saruhan (Manisa) Valiliği'ne gönderdiği yazıda Salihli'deki mülk tablosu şu şekilde açıklanmıştır: merkez kazada Yüz on kıt'a da 1168 dönüm bağ Seksen kıt'a 2161 dönüm tarla
Üç kıt'a 28 dönüm bahçe
İki kıt'a 4100 dönüm otlak
83 babı hane
1 fabrika
2 değirmen
1 mağaza
3 dükkan
1 fırın
90 hane arsası
24 dükkan arsası
5 mağaza arsası
kirada
1 kıt'a da 60 dönüm bağ
31 kıt'a da 1524 dönüm tarla
3 kıt'a da 31 dönüm bahçe
3 kıt'a da 10214 dönüm otlak
1 dükkan
2 mağaza
1 fırın
mevcuttur.
Tablodan da görüldüğü üzere ev sayısı yönünden hayli fakir olan Salihli
bağ, tarla ve otlak yönünden hayli zengin konumdadır. Bu da yukarıda zikrettiğimiz bu bölgeye mübadil yerleştirilme nedenini desteklemektedir. Dikkat çeken bir nokta da ev sayısından fazla planlanmış ev arsasının bulunmasıdır. Bu bilhassa harikzedelerden kendi evini kendi yapmak isteyenlere yeni yer bulunmasında kolaylıklar sağlayacaktır. Ayrıca bunlara yardım yapılması da yukarıda zikredilen Ethem Bey'in Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki faaliyetlerinde geçmektedir.
Salihli Kaymakamlığı bu mevcut mülklerden mübadillere şu şekilde bir
dağılım yapmıştır:
şimdiye kadar
27 bab-ı hane
80 kıt'a da 1026 dönüm bağ
42 kıt'a da 417 dönüm tarla
4 kıt'a da 28 dönüm saz bahçesi
verilmiştir.
Yukarıda mübadiller için 83 hane ayrıldığını ifade etmiştik fakat burada
sadece 27 hanenin onlara tahsis edildiği görülmektedir. Bunun nedeni ise Kalan
56 hanenin 24'ünün mektep ve resmi daireler olarak kullanılması diğer 32'nin ise
harikzedeler tarafından halen kullanılmakta olmasıdır. Bunlar henüz daha mübadillere verilecek duruma getirilememiştir.
Mübadillere ayrılmış olan bu 83 evden 68'i oturulabilecek durumda diğer
15'i ise tamir ve onarım gerektirmektedir. Fakat buna rağmen kullanılmaktadır.
Mübadillerin 83 hanede iskânı planlandığına göre ve kendilerine ayrılan veya
geçici olarak halen başka konutlarda iskân edilen 59 ailede toplam 294 nüfus
olduğu göz önüne alınırsa Salihli'de ortalama bir hanede 5 kişi kaldığı ve neticede 400-430 mübadilin iskân edildiği söylenebilir, Fakat her hanede her zaman 5 kişi olmadığı bazı hanelerde 2-3 kişi olduğu gibi Drama'dan gelen 10 kişilik bir ailenin sadece bir hanede ikamet ettiği bilinmektedir. Buna rağmen ilginçtir ki, arşivdeki belgelerde şikayet veya istekler konuttan daha ziyade nakil, bağ ve tarlalarla ilgilidir.
Mübadillerin Salihli'ye yerleştirildiği dönemlerde, bütün bölgelerde olduğu
gibi burada da işlerin planlandığı gibi gitmediği, bu nedenle mübadillerin ve
harikzedelerin şikayetlerini dilekçeler ve telgraflar ile dile getirmeğe çalıştıkları,
şikayetlerinin çözümlenmeğe çalışıldığı bilinmektedir.68 Bu nedenle de Salihli
Kaymakamlığı ile başlayıp Manisa Valiliği, İzmir İmar İskân Mıntıka Müdüriyeti,
Mübadele İmar ve İskan Vekâleti ve Dahiliye Vekâleti arasında devamlı surette
yazışmalar olduğu görülmektedir. Bu yazışmalardan birkaç örneği ele alacağız:
28 Ağustos 1924 tarihli bir belgede Mübadele İmar ve İskân Vekâleti,
İzmir 4. İmar İskân Mıntıka Müdüriyeti'ne yazdığı bir yazıda, Salihli'de iskân
edilebilecek kaç hane olduğunu, harikzedelerin nerede ikamet edeceklerinin
yeni yerlere aktarılamaması mübadillerin yerleştirilmesi işlemini engellemekteydi.
Bu yazıdan sadece 2 gün sonra 30 Ağustos 1924 tarihinde Mübadele İmar ve
İskân Vekâleti, İzmir 4. imar İskân Mıntıka Müdüriyeti'ne yazdığı yeni bir yazıda;
mübadele kanunu gereği mübadillere verilmesi gereken Rumlardan kalma evlerde
oturan, mübadele kanunu kapsamına girmeyen gayri mübadil durumunda olan
muhacirlerin ve harikzedelerin tespiti yapılarak bunların nerelerde iskân edilebileceği sorularak bilgi istenmektedir.70 3 Eylül 1924 tarihinde bu sefer Mübadele İmar ve İskân Vekâleti tarafından doğrudan Salihli Kaymakamlığı'na yazılan yazıda kaç muhacir ailenin açıkta olduğunun ve harikzedeler tarafından kullanılan kaç hane olduğunun tespit edilmesi ve muhtaç Harikzedeleri teksifen muhacirlerin yerleştirilip yerleştirilemeyeceğinin incelenerek bilgi verilmesi istenmiştir.71 Kısa bir zaman sonra 29 Eylül 1924 de tekrar Mübadele İmar ve İskân Vekâleti tarafından Salihli Kaymakamlığına yazılan yazıda kaç muhacir ailenin açıkta olduğu, harikzedeler tarafından kullanılan kaç hane olduğu ve muhtaç harikzedeleri teksifen muhacirlerin yerleştirilip yerleştirilemeyeceğinin tespit edilmesi ve ilave-i mütalaa ile durumun bildirilmesi istenmektedir.72
2-MÜBADİLLERİN İSKÂN İLE İLGİLİ ŞİKAYETLERİ VE İSTEKLERİ
Mübadillerin iskân edilmeye başlanması ile birlikte çeşitli sorunlar da
ortaya çıkmaya başlamıştır. Yıllardır yaşadıkları coğrafyadan kopup gelen bu
insanlar malları ve mülklerinin neredeyse tamamına yakınını kaybederek ve bir
de çok kötü şartlar altında yolculuk ederek geldikleri bu yeni coğrafyada, kendileri ile ilgili bir bakanlık kurulmuş olmasına rağmen, harpten yeni çıkmış ülke şartlarında hiçbir şeyin ilk yıllarda hayal ettikleri gibi olamayacağını anlamışlardı. İlk olarak yeni yerleştirilecekleri yerlere bile ulaşımları bin bir güçlükle sağlanmış, fakat iskân meselesi başta harikzedeler meselesi olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı beklendiği oranda planlı bir şekilde işlememişti. Ayrıca iskân işleminde yapılan bazı yanlışlıklar ve bunun neticesinde bazı mülklerin Vilâyet Tefviz Komisyonu'nca73
geri alınmak istenmesi veya bir mübadile verilen mülkün kendisinden alınarak
diğer bir mübadile verilmesi gibi uygulamalar neticesinde hane ve iskân durumu
ile ilgili Salihli Kaymakamlığına,, İzmir 4. mıntıka İmar ve iskân Müdürlüğüne,
Mübadele İmar ve İskân Vekâletine, Saruhan İskân Müdüriyeti'ne ve Dahiliye
Vekâleti İskân Müdüriyeti Umumiyesi'ne 74 şikayet, itiraz ve nakil istekleri
ile ilgili müracaatlar olmaya başlamıştı. Bunlardan birkaç tanesini örnek olarak
vereceğiz:
İlk olarak belki de en geniş kapsamlı olarak kabul edilebilecek şikayeti dile
getirelim. Florina'dan gelen 44 hane mübadil ilk önce Salihli'nin Adala nahiyesi
civarında yerleştirilmek istenmişti. Zira daha önce bahsettiğimiz gibi bu bölgede
4 bin dönüm ziraata elverişli arazi de bulunmaktaydı. Bu durum üzerine Florina
mübadilleri doğrudan Mübadele İmar ve İskân Vekâleti'ne gönderdikleri 13
Ağustos 1924 tarihli telgrafta Adala Nahiyesi civarında iskân edilmek istemediklerini gerekçeleriyle izah ederek, bunun yerine merkez kazada iskân edilmek istediklerini ifade etmişlerdir. Bu durum üzerine Mübadele İmar ve İskân Vekâleti, İzmir 4. Mıntıka İmar ve İskân Müdürlüğü, Saruhan İskân Müdüriyeti ve Salihli Kaymakamlığı arasında bir süre devam eden yazışmalar neticesinde bu Florina mübadillerinin Salihli'de iskânlarına müsaade edilmiştir.75
ikinci olarak ise İsmail oğlu Hacı Hasan ile ilgili belgelerdir. Bu belgelerde
Manisa TefViz Komisyonu tarafından 4 Haziran 1928 tarihinde verilen bir kararla
İsmail oğlu Hacı Hasan'm yalnız olması dolayısı ile kendisine daha önce verilen
mülklerin bir kısmının Mübadele Kanunu gereği istirdat edilmesi ile ilgili Manisa
Valisi Recep Bey tarafından Dahiliye Vekâleti, İskân Müdüriyeti Umumisi'ne
yazılmıştır. 26 Haziran 1928 tarihinde Dahiliye Vekâleti İskân Müdüriyeti
Umumisi'nce, Manisa Valiliği'ne gönderilen yazıda; Annesi ve üç kardeşi ile
birlikte iskân edilip edilmediğini de içeren çeşitli soruların cevaplanarak İsmail
oğlu Hacı Hasan Bey hakkında geniş bir inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir.76
Üçüncü olarak ise Siroz mübadillerinden müteveffa Ahmet Efendi'nin eşi
Hacer Hanım ile oğlu Abdurrahim hakkındaki tefvizat dosyası ile ilgili bir belgedir.
Manisa Valiliği'nce Dahiliye Vekâleti'ne gönderilen ve oradan da kabul görerek
geri gönderilen bu belgelerde; Merhum Ahmet Efendi'nin eşi Hacer Hanım ile
oğlu Abdurrahim'e ait tefvizat dosyasının Manisa Vilâyeti Tefviz Komisyon'un
kabul ettiği şekilde aynen kabul edildiği bildirilmektedir.77
Burada iskân ile ilgili belgede en ilginç evrak Hintli bir subaya ait evraktır.
İngiliz ordusunda görev yaparken R. 1330 (1914-1915) senesinde Türk ordusuna
iltihak eden, Mülazım-ı evvel göreviyle Salihli'de askeri hizmette bulunan Yusuf
Efendi adlı Müslüman subayın Salihli'de iskân edilmesi isteğidir.78 Bu konuda
Müdafai Milliye Vekâleti tarafından İmar İskân Vekâleti Celilesi'ne
gönderilen evraka 26-04-1924 tarihinde verilen cevapta; kimlerin mübadil olup
olamayacağı izah edildikten sonra Yusuf Efendi'nin mübadil kabul edilerek
Salihli'de iskân edilmesinin mümkün olmadığı bildirilmiştir.
3-MÜBADİLLERİN NAKİL İLE İLGİLİ ŞİKAYETLERİ VE İSTEKLERİ
Mübadillerin Türkiye'ye getirilmesi ve iskân edilmelerinde çok büyük
zorluklar ve imkansızlıklar yaşandı ise iskân edilmelerinden sonra da iskân ve
arazi ile ilgili şikayetlerinin yanında yer değiştirme ile ilgili şikayetleri ve istekleri
de uzun süre sorunlar yaratmaya devam etmiştir. Zira mübadillerin bir kısmı
akrabalarından ayrı kaldığı gibi yerleşim yeri olarak da ayrı düşmüştü. İşte bu tür kopmalar yüzünden farklı yerlerde iskan edilmiş olan mübadillerin akrabalarının yanına nakil isteklerinde bulunmuşlardır. Bu nakil istekleri ile ilgili olarak Salihli Kazasına gelmek isteyen mübadillerle ilgili birkaç örnek vereceğiz.
İlk örnek, İzmir'deki Grebene muhacirlerinden Emin oğlu Ali'nin, Salihli'deki
eniştesi Mustafa'nın yanında iskân olunabileceğimle ilgili bir evraktır.79 Dört ayrı
belgeden oluşan bu evrakta ilk olarak Grebene Mübadillerinden Emin oğlu Ali'nin
Mübadele İmar ve İskân Vekâleti'ne 5 Temmuz 1924 tarihinde gönderdiği dilekçe bulunmaktadır. Bu dilekçede Emin oğlu Ali, Grebene'den 14 nüfus olarak 3 ay önce İzmir'e geldiklerini, fakat buradan kendilerinin Eniştesi Molla Veli oğlu
Mustafa ve biraderinden ayrılarak Sandıklı'ya gönderildiklerini ve kendisinin
halen orada bir okulda görev yaptığını ifade ederek Salihli'de ikamet etmekte
olan eniştesi yanma nakledilmesini istemektedir.80 Ayrıca Grebene'deki mülk ve
nüfiıs ile ilgili beyannamelerinin de mevcut olduğunu belirtmiştir. İkinci belge ise
Mübadele imar ve İskan Vekâleti'nin İzmir 4.imar İskan Mıntıka Müdüriyeti'ne
gönderilen, Emin oğlu Ali'nin isteğinin incelenmesi ile ilgili yazıdır. 3. belge ise
izmir 4.imar İskan Mıntıka Müdüriyeti tarafından Mübadele İmar ve Iskan
Vekâleti'ne gönderilen olumlu inceleme yazısıdır. 21 Ağustos 1924 tarihli 4. belge ise Mübadele İmar ve İskan Vekâleti tarafından İzmir 4.imar İskan Mıntıka
Müdüriyeti'ne gönderilen bu iskana izin verildiğini bildiren izin yazısıdır. 81
İkinci örnek ise, Salihli Kazası'na naklini isteyen Zihne82
mübadillerinden Tahir oğlu Hamit ile ilgili evraktır.83 Bu evrakta dört belgeden
oluşmaktadır. Birinci belge Çanakkale Valiliği'nin Dahiliye Vekâleti Celilesi'ne
yazdığı 14 Mayıs 1929 tarihli yazısıdır. Bu belgede Çanakkale Valiliği Tahir oğlu
Hamit'in Salihli'de bulunan kardeşleri yanma gittiği ve Çanakkale'de kendisine
verilen iskan hakkından feragat ettiğini belirten bir senet ile Salihli Kaymakamlığı'na müracaat ettiği hakkında Salihli Kaymakamlığı'nın kendilerine verdiği bilgiyi Dahiliye Nezareti'ne bildirmektedir. 3 ve 4. belgelerde ise Dahiliye Vekâleti İskân Umum Müdürlüğü'nün Çanakkale Vilâyeti'nden daha önce gönderilmesi unutulmuş bazı ek evrakları istediği yazı ve Çanakkale Vilâyeti'nin sehven unutulduğunu bildirdiği bu evrakları hemen gönderdiğini ifade eden bilgiler bulunmaktadır.
Dördüncü belgede ise Dahiliye Vekaleti İskan Umum Müdürlüğü'nün Manisa
Vilâyeti'ne yazdığı yazıda; Tahir oğlu Hamit'in Salihli Kaymakamlığı'na verdiği
dilekçesinden kardeşlerinin Balkan Harbi'nden sonra Salihli'ye geldikleri anlaşıldığı
halde nasıl mübadil gibi mülk edindikleri sorularak bir an evvel tahkik edilerek
bildirilmesi istenmiştir.84 Aynı tarihte aynı makam tarafından Çanakkale Vilâyeti'ne gönderilen yazıda da; Tahir oğlu Hamit'e ne gibi mal verilmiş ve borçlanma muamelesi yapılıp yapılmamış olduğunun tahkik edilerek cevap verilmesi istenmektedir.
4- MÜBADİLLERİN BAĞ VE ARAZİ İLE İLGİLİ ŞİKAYETLERİ VE
İSTEKLERİ
Salihli'de mübadillerin iskân edilmeye başladıkları dönemlerde çeşitli
nedenlerle 83 haneden ancak 27 yedisi verilirken bağların85 neredeyse tamamına yakını, Yüz on kıt'a da 1168 dönüm bağdan, 80 kıt'a da 1026 dönüm bağ mübadillere verilmiştir. Sadece parçalı durumda olan 30 kıt'a da 42 dönüm ile kirada bulunan
1 kıt'a da 60 dönüm bağ verilmemiştir.86 Bu da bize göstermektedir ki Salihli'ye
yerleştirilen mübadillerin büyük çoğunluğu bağcılıkla geçim sağlayan veya
bağcılıkla ile ilgili insanlardır.
Arazi ve özellikle bağlarla ilgili şikayet ve istekler genellikle bu mülklerin
taksimi yapılırken yapılan yanlışlıkların yol açtığı hatalı taksimatın giderilmesi
için verilen yerlerin geri alınmasında yaşanan olumsuzluklarla ilgilidir. Zira
mübadil bir süredir işlemekte olduğu yerin özellikle bağın ürün vereceği
dönem elinden alınmak istenmesini veya sahiplenmiş olduğu yerin elinden
alınmasını kabul etmek istememektedirler. Onlara göre verilen yerlerin geri
alınmasında en büyük etken yapılmış olan yanlış hukuki uygulamalar değil görevli memurların ve onlara yakın olan kişilerin haksız çabalarıdır. Bu konu ile ilgili iki örnek vereceğiz:
İlk örnek Salihli'de oturan Demirhisar mübadillerinden Abdul Bey'in kızı
Emine Hanım'a ait evraklardır. İki değişik dosyada bu konuda 7 adet belge
bulunmaktadır.87 Bu bile bize bağlar konusunda Salihli'deki mübadillerin ne kadar
ısrarcı olduğunu göstermektedir. Manisa Tefviz Komisyonu kararı ile 5 dönüm
bağı elinden alınmak istenen Abdul Bey'in kızı Emine Hanım uzun yazışmalara
neden olan bir hukuki süreç başlatarak bağını kurtarmak istemiştir. Emine Hanım
de Dahiliye Vekâleti'ne gönderdiği ve kendisine göre hadiseyi bütün açıklığı ile
ortaya koyduğu dilekçesinde; geride bıraktığı topraklarda 140 dönüm arazisi
olduğu ve buna karşılık kendisine burada çamurdan ma'mul bir Hane, üçüncü
derece de 5 dönüm bağ ve merkezden dört saat mesafede 30 dönüm tarla verildiğini
ifade etmiştir. Ayrıca küçük oğlu ile 200 lira harcayarak iki senede ihya ve imar
ettiği bağın kendisinden alınmamasını istirham etmektedir. Her ne şekilde olursa
olsun bağı elinden alınacaksa bağa karşılık 30 dönüm tarlanın alınmasının uygun
olacağını yoksa çok zor durumda kalacağını anlatmıştır. Bunlara ilaveten bu bağ
meselesinin Salihli'de iskanla ilgili memur iken Manisa vilayet merkezinde iskanla
ilgili memuriyete getirilen Adem Efendi tarafından ortaya atıldığını ileri sürmüştür.
Ona göre Adem Efendi bu bağın daha önce verildiği mübadili bularak bağda hak
iddia ederse bağın kendisine verilmesini sağlayacağını sonra da bağı bölüşeceklerini
planlamıştı.
Dahiliye Vekâleti sadece bir bağ meselesi değil, aynı zamanda iskan
memurları hakkında suç duyurusu niteliğindeki 5 Mayıs 1927 tarihli bu arzuhal
üzerine Manisa Vilayeti'ne gönderdiği yazılarla hadisenin soruşturulmasını
istemiştir. Manisa Valiliği, Salihli Kaymakamlığı'ndan aldığı bilgiler ışığında da
verdiği cevaplarda; Emine Hanım'a Salihli merkezinde bir ev, Salihli'ye yarım
saat mesafede de 30 dönüm tarla verildiğini; fakat Emine Hanım'm merkezde
arazi verilmediği gerekçesi ile daha önce başka bir mübadile verilen 5 dönüm bağı
iki senedir işgal ile kullanmakta olduğunun tespit edildiğini bildirmiştir. Emine
Hanım'ın bağı vermemek için bağa karşılık 30 dönüm tarlasının alınması yönündeki
müracaatları üzerine bu olay tefviz komisyonu tarafından incelenerek bağın geri
alınması gerektiği bildirilmiştir. Neticede 24 Mayıs 1927 tarihinde Dahiliye
Vekâleti 'nden Manisa Vilâyeti'ne gönderilen yazıda Demirhisar mübadillerinden
Abdul Bey kızı Emine Hanım'a Salihli'de verilen bağın geri alınmasının uygun
görüldüğü bildirilmiştir.88
Üçüncü örnek ise Salihli'de iskân edilen Tahsin Efendi'ye verilen bağın
geri alınmaması ile ilgili evraktır.89 24-1-1929 tarihli bu belgede Salihli'de iskân
edilirken hata ile kendisine 7 dönüm fazla bağ verilmiş olan Tahsin Efendi'nin
daha önce yapmış olduğu bağın geri alınmaması ile ilgili isteğinin kabul edildiği,
bağın borçlandırılarak kendisine bırakılacağı, Fakat bağın mahsulünün de alınacağı
ifade edilmektedir.
SONUÇ
Salihli mübadilleri diğer yerlerdeki mübadiller gibi yıllardır yaşadıkları
toprakları terk ederek büyük zorluklarla geçen yeni yurtlarına nakillerinden sonra
bıraktıklarından daha az toprak ve Yunanlılar tarafından harap edilmiş hanelerde
iskan edilmek ve ilk dönemlerde maddi sorunlardan psikolojik sorunlara kadar
çeşitli dertlerle uğraşmak zorunda kalmışlardır. Bu mübadillerin yeni geldikleri
Ege bölgesinin verimli topraklara sahip bu şirin ilçesinde karşılaştıkları iskan,
yer değiştirme, arazi ve bağ ile ilgili sorunları ve bunlarla mücadelelerini birbirine
tezat örneklerle ortaya koymaya çalıştık. Tezat örnekler seçmekteki gayemiz bu
mübadillerin karşılaştıkları sorunların her zaman onların istediği gibi veya hep
olumlu şekilde çözülmediğini göstermekti. Zira bütün sorunlar elde var olan çok
yetersiz imkanlarla ve iyi niyetle çözülmeğe çalışılıyordu. Bu kadar yetersiz
imkanların olduğu ortamda elbette yanlışlar ve eksiklikler, hatta suiistimaller
olması kaçınılmazdı. Salihli mübadilleri de bu tür olumsuzluklarla karşılaşmıştı.
Yunanistan'dan gelen mübadillerin sayıca en aza indiği 1925 Ağustos'unda
bile Salihli'deki harikzede meselesi çözülememiş ve mübadillere verilmesi gereken
haneler boşaltılamamış, bu da mübadillerin iskanlarında büyük sorunlar yaratmıştı.
Birde buna iskan komisyonlarının iskanla ilgili yaptığı bazı yanlışlar eklenince
iskan meselesi uzun süre devam etmiştir.
Parçalanmış aileler biraraya gelebilmek için bazen dilekçe ile Salihli
Kaymakamlığı'na müracaat ederken, bazen de Salihli'ye akrabalarının yanma
geldiğinde geri gitmemek ve orada kalmak için çaba göstermişlerdir. Hatta bazı
aileler kendilerinin Salihli merkezi dışında ikamet edilmesine bile itirazda
bulunmuştur.
Mübadiller sadece iskan ve nakil şikayetleri ile değil, uzun zaman diliminde
bağ ve arazi sorunlarıyla da uğraşmıştır. 1930'larda bile bu konularda şikayet
dilekçesi ile karşılaşmamız bunu açıkça göstermektedir. Mübadiller genelde
kendilerine verilen bağların dağıtımında yapılan bazı yanlışlıkların düzeltilmesi
gayesi ile bağlarının bir kısmının elinden alınması veya yanlışlıkla fazla verilen
bağların alınması hususunda mücadele etmişlerdir.
Neticede Salihli mübadillerinin sorunlarının tüm iyi niyetli çalışmalara
rağmen kısa sürede çözülemediği görülmektedir. Zamanla endilerine verilen
bağları ve arazileri çok iyi işleyen Salihli mübadilleri Salihli'nin bağcılıkta ve
pamuk üretiminde gelişmesinde büyük katkı yapmışlardır. Sonuçta bu mübadiller
diğer göçmenler ve yerel halkla birlikte büyük bir çalışma ve gayret göstererek
Salihli'nin bugün sadece Manisa'nın değil aynı zamanda Ege bölgesinin en büyük
ve güzel ilçelerinden birisi olmasında ve Türkiye'nin gelirleri kendisine yetebilen
nadir ilçelerinden birisi haline gelmesinde büyük pay sahibi olmuşlardır.
KAYNAKLAR
45 Mübadele kelimesi Kâmus-ı Türkî'de "iki şey beyninde bir şeyin diğer şeyle
değiştirilmesi, değiş tokuş" şeklinde izah edilirken (Bkz. Şemseddin Sami;Kâmûsı
Türkî, II Baskı,Istanbul 1987,s 1267), Türk Dil Kurumu sözlüğünde mübadele;
"değiş, değiş tokuş" şeklinde mübadil kelimesi ise; "Başkasının yerine getirilmiş,
mübadele edilmiş; Türkiye'deki Rumlarla değiştirilerek Yunanistan'dan getirilen
Türklere verilen ad" şeklinde geçmektedir. Bkz. Atatürk Kültür? Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu; Türkçe Sözlük, Yeni basım, istanbul 1992,
s. 1050
46 Türk ve Rum Nüfus ve Mübadelesi'ne ilişkin sözleşme ve protokol metni için
bkz. İsmail Soysal; Tarihçeleri ve açıklamaları ile birlikte Türkiye'nin Siyasal
Andlaşmaları, Cilt I (1920-1945), TTK Yayınevi, Ankara 1983. s. 177-183
47 Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılâbı Tarihi, cilt, II, Kısım III, s260-262
48 Reene Hirschon, (çev.Serpil Çağlayan); Mübadele Çocukları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000, s.IX
49 Bu konuda geniş bilgi için bakınız; Kemal An; "Mübadele ve Ulusal Ekonomi
Yaratma Çabaları" Toplumsal Tarih, Ağustos 1999, s. 12-17
50 Bu yargı çok basit bir şekilde her iki ülkede mübadillerin günümüze kadar gelen
yazılı hatıraları ve bunların tarih ilmine kazandırılmaları oranıyla da açıkça
görülmektedir. Yunanlılar bu konuda kurdukları dernekler araştırma merkezleri
ve enstitülerle neredeyse tüm mübadillerle ilgili çalışmalarda bulunurken bu durum
Türkiye'de yok denecek kadar azdır bu çalışmalarda mübadillerin eğitim durumları
da bize göre büyük önem arz etmektedir
51 Kemal Arı; "Büyük Mübadele "Türkiye'ye Zorunlu Göç (1923-1925)",
İstanbul 1995, s.82.
52 Bu 4.bölge içerisinde yer alan Denizli'ye yerleştirilen mübadillerle ilgili olarak
son dönemde bir çalışma ortaya konmuştur. Geniş bilgi için bkz. Ayfer Özçelik;
"Denizli'de Mübadillerin İskânı" Kafalı Armağanı, Akçağ Yayınları, Ankara
2002. s.392-407.
53 Bu romanlara bir örnek olarak son dönemde türkçeyede çevrilen "Göç"ü
verebiliriz.Bkz. Göç, Rumların Anadolu'dan Mecburi Ayrılışı (1919-2923),
(çev.Damla Demirözü, basımı deri. Herkül Milas) İletişim Yayınlan, İstanbul 2001
54 Bu çalışmada Başbakanlık Cumhuriyet Arşivlerinde Salihli ile ilgili bulunan
belgeler esas teşkil etmiştir.
55 Ulu önder Atatürk'te 7 Eylül 1922 Tarihinde Alaşehir'den Salihliye giderken
Yollarda yanan köylerin, öldürülen insanların, perişan insanların sağda solda
öldürülmüş yüzlerce hayvan leşleri ile karşılaşmıştır. Öğleye doğru Salihli'ye
girdiğinde ise 4-5 Eylül gününden beri yakılmış ve perişan durumda bir kasaba
ile karşılaşmıştı. Bkz. İbrahim Çiçek, Şaban Çetin; Tarih İçinde Adala ve Köyleri
(Dünü-Bugünü) Adala Belediyesi Kültür Yayınları 1, Salihli 2001. s. 68.
56 Cumhuriyet Arşivi'ndeki belgelerde mübadillere verilmesi planlanan fakat
harikzedelerin oturmakta olduğu veyahut ta eşkıya tarafından işgal edilmiş evlerle
ve bu konudaki şikayetlerle ilgili bilgiler mevcuttur
57 Bu takrir daha sonra Başvekalet (Başbakanlık) tarafından Mübadele İmar ve
İskân Vekâletine gönderilerek gereğinin yapılması istenmiştir. Bkz. Başbakanlık
Cumhuriyet Arşivi, (BCA.) Fon Kodu: 272-0-0-80, Yer NO: 3-2-12
58 O günün şartlarında ilkel bağ evleri olarak görebileceğimiz bu yapılar bu gün
de bölgedeki bağlarda yaygın olarak bulunmaktadır.
59 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-80, Yer NO: 3-2-12
60BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-97-24
61 BCA. FonKodu: 272-0-0-11, Yer NO: 21-107-30
62 Daha sonra gelenler ve nakiller sonucu Demirhisar ve Zihne Mübadillerinden
de Salihlide iskân edilenler olduğu görülmektedir. Bkz. BCA. Fon Kodu: 272-
0-0-13, Yer NO: 79-08-19 ve BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 62-184-6.
63 Mehmet Ali Gökaçtı; Nüfus Mübadelesi, Kayıp Bir Kuşağı Hikayesi, Il.baskı
İstanbul 2004, s.162-170
64 Kemal Arı; "Büyük Mübadele "Türkiye'ye Zorunlu Göç (1923-1925)",
İstanbul 1995, s. 106
65 BCA. FonKodu: 272-0-0-11, Yer NO: 21-107-30
66BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-97-24
67BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 21-107-30
68 Salihli mübadillerinin çektiği büyük sıkıntılar yanında burada şunu da
unutmamak gerekir ki; Yanmış yıkılmış bir coğrafyada bütün varlığı ile bir milli
mücadeleden çıkmış yeni bir devletin ve milletin o günün şartlannda mübadiller
meselesinde gösterdiği çabaları ve gayretleri de şükranla takdir etmemiz gerekir.
69BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-192-14
70BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-192-18
71BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-93-7
72BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-95-30
73 Mübadillere yurtlarında bıraktıkları mülklerine karşılık iskan edildikleri yerlerde
tefVizen verilen mülklerin dağıtımı valinin başkanlığında Defterdar, İskan Müdürü,
Ziraat Müdürü ve Tapu müdürü'nün bulunduğu Tefviz Komisyonları tarafından
yapılmaktadır. Geniş bilgi için bkz. Nedim ipek; "Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü
Arşivlerinden Mübadil Göçmenlerle ilgili Defterler" Tarih ve Toplum, Aralık
1995, Sayı 144, S.16.
74 11 Aralık 1924 tarihinde Mübadele İmar ve İskân Vekâleti Kaldırılarak onun
yürütmesi gerektiği görevler Dahiliye Vekâletine bağlı olarak "İskan Müdüriyeti
Umumiyesi"ne devredilmişti. Bu kuruma bağlı olarak da 9 tane iskân müfettişliği
meydana getirilmişti. Bundan dolayı bundan sonraki yazışmaların yapıldığı resmi
kurum da bu daire olacaktı. Bkz. Kemal Arı; a.g.e.; s.160-161
75 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-97-24
76 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 59-162-8
77 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-13, Yer NO: 80-13-1
78 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 41-48-14
79 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-92-3
80 Emin oğlu Ali'nin eniştesi Molla Veli oğlu Mustafa'nın da diğer aile fertleriyle
birlikte Ümraniye'ye gönderilmiş olmalarına rağmen nasıl kısa sürede Salihli'ye
geldiği de bilinmemektedir. Fakat Ümraniye'nin Ayfer Özçelik'in ifade ettiği gibi
mesken ve araziden mahrum olması onun buradan çok kısa zamanda Salihli'ye
naklini sağlamış olmalıdır. Bkz. Özçelik; a.g.m., s.400
81 Fakat daha sonraki dönemlerde, 23/8/1925 tarihli Salihli Kaymakamlığına ait
bir belgede Grebene muhacirlerinin toplam iki hanede yedi kişi olarak geçmesi
bu ailenin tamamının o dönemlerde bir araya toparlanamadığını da göstermektedir.
Bkz. BCA. FonKodu: 272-0-0-11, Yer NO: 21-107-30
82 Dahiliye Vekâleti İskân Umum Müdürlüğü tarafından Çanakkale ve Manisa
Vilâyetlerine gönderilen yazıda Zihne geçerken, Çanakkale Valiliğinin gönderdiği
yazıda Serez olarak geçmektedir.Bkz. BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 62-
184-6
83 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 62-184-6
84 Mübadil kanuna göre mülk edinmesi imkansız olan Tahir oğlu Hamit'in
dilekçesinde bilerek bir hata yapmayacağı da göz önüne alındığında bu çok ilginç
bir durum olarak karşımı za çıkmakta ve o dönem yapıla n çalışmaların ve
uygulamaların suiistimallere de açık olduğunu göstermektedir.
85 Bu dönemde mübadillere toprak dağıtımı (arazi, Tütün yerleri, sebze bahçeleri,
zeytinlikler ve bağlar)ile ilgili oranlar için Bkz. Kemal Arı; a.g.e., s. 136
86 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 21-107-30
87 BCA . Fon Kodu: 272-0-0-13, Yer NO: 7 9 - 8 -15
88 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-13, Yer NO: 7 9 - 8 -19
89 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 24-126-19
Arşiv Belgeleri
BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-192-14 BCA. Fon Kodu: 272-
0-0-11, Yer NO: 19-192-18 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-
92-3 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 19-93-7 BCA. Fon Kodu:
272-0-0-11, Yer NO: 19-95-30 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO:
19-97-24 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 21-107-30 BCA. Fon
Kodu: 272-0-0-11, Yer NO: 24-126-19 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12,
Yer NO: 41-48-14 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 59-162-7
BCA. Fon Kodu: 272-0-0-12, Yer NO: 59-162-8 BCA. Fon Kodu: 272-
0-0-12, Yer NO: 62-184-6 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-13, Yer NO: 79-
08-19 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-13, Yer NO: 79-8-15 BCA. Fon Kodu:
272-0-0-13, Yer NO: 80-13-1 BCA. Fon Kodu: 272-0-0-80, Yer NO:
3-2-12
Yayınlar
Arı, Kemal; "Büyük Mübadele "Türkiye'ye Zorunlu Göç (1923-1925)",
İstanbul 1995, Arı, Kemal; "Mübadele ve Ulusal Ekonomi Yaratma Çabaları" Toplumsal
Tarih, Ağustos 1999, s. 12-17. Bayur, Yusuf Hikmet; Türk İnkılâbı Tarihi, cilt, II, Kısım III,
II.Baskı,TTK
Basımevi, Ankara 1983 Çiçek, İbrahim; Çetin, Şaban; Tarih İçinde Adala ve Köyleri (Dünü-
Bugünü),
Adala Belediyesi Kültür Yayınları-1, Salihli 2001 Göç, Rumlar'ın Anadolu'dan Mecburi
Ayrılışı (1919-2923), (çev.Damla
Demirözü, basımı deri. Herkül Milas) iletişim Yayınları, İstanbul 2001 Gökaçtı, Mehmet Ali;
Nüfus Mübadelesi, Kayıp Bir Kuşağı Hikayesi, Il.baskı
İstanbul 2004. Hirschon, Reene (çev.Serpil Çağlayan); Mübadele Çocukları, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul 2000: İpek, Nedim; "Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü Arşivlerinden
Mübadil
Göçmenlerle İlgili Defterler" Tarih ve Toplum, Aralık 1995, Sayı 144,
s.14-18 Özçelik, Ayfer; "Denizli'de Mübadillerin İskânı" Kafalı Armağanı, Akçağ
Yayınları, Ankara 2002. s.. s.392-407. Soysal, İsmail; Tarihçeleri ve açıklamaları ile
birlikte Türkiye'nin Siyasal
Andlaşmalan, Cilt I (1920-1945), TTK Yayınevi, Ankara 1983. s. 177-
183 '
Şemseddin Sami; Kâmûs-ı Türkî, II Baskıjstanbul 1987, Türkçe Sözlük, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu;
Yeni basım, İstanbul 1992,
|
|
|
|
|