
Efelik ve eşkıyalık Ege’nin tarihi kadar eski. Bir çok kişi bir çok tanım yapsa da, efelik ve eşkıyalık bir arada anılsa da toplumda efe ile eşkıya çok farklı algılanıyor. Efeler, eşkıyalık olaylarıyla ünlenen zeybeklerin reisleri… Zeybekler ücretli askerlerken, zeybekliğin yasaklanmasıyla geçimlerini sağlayamayan bu insanlar, dağlara çıkarak eşkıyalık yapmaya başlamışlar. Bunların başına geçen efelerse dönemin Robin Hood’ları olarak nam salmışlar. Savaşlarla zor günler geçiren ülke insanına yardım eden efeler, zengin tüccardan alıp fakir halka dağıtmak suretiyle efsaneleşmişler.
Eşkıyalık, bozuk düzenlerin ürettiği evrensel bir olgudur, merkezi devlet düzeninin çeşitli iç ve dış nedenlerle zayıf düşmesi, ekonomik ve sosyal yasaları geçersiz hale getirir, devlet otoritesinin çözülmesi de her türlü haksızlık ve zulmün yaşanmasına neden olur, bu tür olumsuzluklar da, toplumlarda başkaldırı ve ayaklanma türünde eşkıyalığı yaratır.
http://www.egelife.com/index.php?option=content&task=view&id=93&Itemid=2

Konunun uzmanlarından Sayın Dr. Sabri Yetkin, EgeLife okurları için Ege’nin efsanelerini kaleme aldı.
Eşkıyalık terimi üzerinde hukukçulardan, tarihçilere, ekonomistlerden toplumbilimcilere varıncaya kadar, sosyal bilimciler çok çeşitli tanımlamalarda bulunmuşlardır. Bu tanımlamaları ortak bir paydada değerlendirdiğimizde; dağda-kırda yol kesme, mesken, çiftlik, köy basma, yasalara ters düşme, saldırma, zor kullanarak soygun yapma ve bu işler için çete oluşturma işine eşkıyalık ve bu çetelere dahil olanlara da eşkıya ya da haydut dendiğini ifade edebiliriz.
[Eşkıya Çetesi]
Devletlerin çöküşünde bir çok etken olmakla birlikte, genelde evrensel bir yasa vardır: “ekonomik çöküş”. Öyleyse, bütün ayaklanmaların, eşkıyalığın, diğer bir deyişle “asayişsizlik” dönemlerinin, nitelikleri farklı olsa da, kaynağı “sosyo-ekonomik” nedenlerdir ve eşkıyalık, yoksullaşma ve ekonomik kriz dönemlerinde yaygınlaşma eğilimi gösterir. Öte yandan eşkıyalık, toplumsal açıdan, kabile ve akrabalık düzeni ile kapitalist sanayi toplumu arasında bulunan ve kapitalist tarıma geçiş aşamalarını içeren tüm toplumlarda görülür.
Eşkıya çetelerinin en önemli insan kaynağını, bütün yetişkinlerine iş verecek kadar zengin olmayan kırsal kesim ekonomisi, diğer bir deyişle kırsal kesim nüfusundaki fazlalık oluşturur. Yani bir başka deyişle, çetelerde topraksız, malı mülkü olmayan insanlar yer almaktaydı.

Ege’de Zeybek-Eşkıyalık İlişkisi
Ege Bölgesi’nin sosyal tarihinde, gösterişli ilginç giysileri, yaşam biçimleri, folklorları ve türküleriyle en çok dikkati çeken gruplar, hiç kuşkusuz eşkıyalık olaylarıyla da ünlenen zeybekler ve onların reisi olan efelerdir.
Zeybek terimi üzerinde çok çeşitli, hatta birbirleriyle çelişen tanımlamalar yapılsa da, Batı Anadolu’nun özellikle dağlık yerlerinde yaşayan, iyi savaşçı, yolların muhafazasından sorumlu ücretli askerler olarak tanımlanması en doğru anlatımlardan biri olarak gözükmekte.

[Eski Zeybek Kostümü]
Zeybekler, Ege Bölgesi’nde eski çağlardan beri çeşitli insan topluluklarına ait kültürel, sosyal ve etnik özellikleri birleştirip, sürdüren eylem insanlarıdır. Zeybekleri, eylem adamı ve ücretli asker olarak tanımladığımızda, XVII. yüzyıldaki Celali İsyanlarından itibaren ortaya çıkan bölük başlarının hemen hepsinin zeybek olduğu anlaşılır. Zeybekler, Paşa kapısında yaşarlar, kapısız kalınca da yeni bir yere kapılanıncaya kadar dolaşıp, eşkıyalık yaparlardı.
XVIII. yüzyılda Ege Bölgesi’nde ayanlığın güçlenmesiyle birlikte kapısız kalan zeybekler, kır bekçiliği, derbentlik yaparak ve yol üzerindeki kahveleri işleterek geçimlerini sağlıyorlardı. Zeybekler, Ege Bölgesi’ndeki yollar üzerinde birbirine birer saat uzaklıkta açtıkları kahvelerde, soygunculardan korumalarının karşılığı olarak tüccarlardan geçit akçası namıyla beşer para ve yolcuların her birinden de kahve parası diye on beş-yirmi para alarak, geçimlerini sağlıyorlardı. Ancak yolcular, zeybeklerin bu davranışlarından sürekli şikayetçi oluyorlardı, en sonunda 1821 yılında Osmanlı yönetimi çıkardığı bir fermanla, kahveleri kapatmaya karar vermiş ve zeybeklerin para almalarını men etmişse de, yeniçerilerle işbirliği içerisinde olan zeybeklere bir şey yapamamıştı.
1826 yılında Yeniçeri Ocağının kapatılmasının ardından sultan II. Mahmut, 1828 yılında çıkardığı bir fermanla, yol üzerindeki kahveleri kapatmış, zeybeklerin gelen geçenden para almasını da yasaklamıştı. Ferman gereği, zeybek kahvelerinin kapatılmasıyla, eli silahlı binlerce zeybek açıkta kaldı ve geçimlerini yitiren bu insanlar, eşkıyalığa başladılar.
Eşkıyalık hareketlerinin en önemli nedenini ekonomik ilişkiler olduğunu vurgulamıştık, bunun için Ege’de yaşanan eşkıyalık olaylarını Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılındaki sosyo-ekonomik koşullarını göz önünde bulundurmaksızın anlayabilme imkanı yoktur.
Osmanlı ekonomik yapısında XVI. yüzyılda başlayan bozulma, XIX. yüzyıla girildiğinde ciddi kriz haline gelmişti. 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret anlaşmasıyla imparatorluğun sosyo-ekonomik dengeleri iyice sarsılıp, geleneksel yapısı kötüleşince, tüm Osmanlı ülkesinde ciddi asayiş sorunları yaşanmaya başlandı.

[Erken Dönem Zeybek Kostümü]
Bu dönemde ekonomik yapıdaki bozulmanın yanı sıra, imparatorluğun uluslar arası siyasette de ciddi problemleri vardı. Art arda yaşanan Osmanlı-Rus Savaşları, Mora İhtilali, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ayaklanması, Fransa’nın Cezayir’i işgali gibi olaylar siyasi açıdan problem oluştururken, mali bünyede de sarsıntı yaşanmıştır. Bu süreçte Batı Anadolu’da eşkıyalık hareketlerinin filizlendiğini görmekteyiz. Nitekim bölgede ilk ciddi hareket, Aydın İhtilali olarak da adlandırılan ve 1829-1830 yılları arasında gerçekleşen Atçalı Kel Memet’in ayaklanmasıdır. Kendisini sınırsız bir gücün sahibi olarak gören ve mührüne “Vali-yi Vilayet Atçalı Kel Memet” ibaresini yazdıran hareketin lideri, Atça ve Aydın civarında korumasız insanları ezen, sömüren, ayan ve eşrafa karşı mücadeleye girmiş, zenginden alıp, fakire vermiş ve Ege eşkıyalık tarihinde efsaneleşmiştir.
1850’li yıllarda Ege bölgesinde Rum eşkıyaların etkin olduğunu görmekteyiz. Bu çetelerin en ünlüsü Katırcıyani çetesi olup, kervan ve posta vurgunlarının yanı sıra, bölgedeki tüccarları ve çiftçileri dağa kaldırıp, fidye almaktaydı. Katırcıyani’nin faaliyetlerinden ötürü halk kapı dışına çıkamaz olmuş, tarım ve ticaret adeta durma noktasına gelmişti. Muhteşem bir istihbarat ve yatak ağı kurmuş olan çeteyi yakalayabilmek için Osmanlı yönetimi, bir çok yöntemi uygulamaya koymuşsa da başarılı olamıyordu ve en sonunda affederek, 1853 yılında eylemlerinden vazgeçirebilmiştir.

[Rum Zeybekler]
1854-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Savaşı, Ege eşkıyalığında dönüm noktası olmuş, savaş imparatorluğun bütün dengelerini bozmuş ve mali bunalımı en üst noktaya taşımıştı. Savaşta devletin yanında yer alan Ege zeybekleri, cephe dönüşü sosyo-ekonomik yapıları bozulduğundan, yaşamlarını sürdürmek için eşkıyalık faaliyetlerine giriştiler ve özellikle 1860 sonrası yoğunlaşan eşkıyalık olaylarında çeteler özellikle kervanlara baskınlar yapmaya başlamışlardı. Bu vurgunlar, iyice sarsılmış olan ülke ekonomisini daha da kötüleştiriyor ve bölgedeki ticari ilişkiler sekteye uğruyordu.
Ege dağları, dağ olalı belki de hiç eşkıyasız kalmamıştı, ancak XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra, ekonomik sıkıntılara paralel, devlet idari açıdan da zaafa düşünce, eşkıya çetelerinin sayısında faaliyetlerinde büyük bir sıçrama yaşanmış, yönetim eşkıyalığı önlemek ve çeteleri yakalamakta acze düşmüştü. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı öncesinde Aydın Vilayetini [yaklaşık bu günkü Ege Bölgesi] betimleyen bir belge, bölgede yaşanan eşkıyalığı şöyle anlatmıştı:
“Osmanlı ülkesinin en önemli bir bölümünü oluşturan Aydın Vilayeti, suyu ve havasının güzelliği ile seçkin olduğu gibi, ahalisi zengin olup, dağlık ve ormanlık mahallerde yaşayanlar rençberlik ve çobanlıkla iştigal ederlerken, ekserisi dahi silahşordurlar. Ancak zeybek demekle maruf olan ve eskiden beri çevik hareket etmeğe mahsus kıyafetleri bulunan bir takım delikanlılar özellikle Ödemiş, Tire, Bayındır, Nazilli, Çine ve Milas taraflarındaki yüksek dağların eteklerinde yaşamakta olup, bunlardan bazıları eskiden beri birbirlerine taarruz etmekten geri kalmamışlardır. Bu şekildeki çarpışmalar daha sonra şekavet haline gelip, vakit vakit çok artmış ve Aydın Vilayeti’nin her yerinde çok sayıda eşkıyalar türemiştir.”
1877’de patlak veren Osmanlı-Rus savaşı üzerine Osmanlı yönetimi çok zor günler yaşamaya başlamıştı. Bir yandan savaşın getirdiği bunalım öte yandan Ege bölgesinde bitmek bilmeyen eşkıyalık olayları. Ege’deki eşkıyalık, devleti iki yönden olumsuz etkilemekteydi; birincisi çetelerle mücadele edebilmek için bölgede sürekli asker görevlendirme zorunluluğu, ikincisi bölgeden cepheye asker gönderilememesi. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi, çetelerle uzlaşma yoluna giderek, cepheye gitmeleri karşılığında “afv-ı umumi” ilan etti ve dağlardaki çeteleri yüze indirerek, silah altına aldı ve bir çok zeybeği cepheye gönderdi ve cephelerde zeybekler büyük yararlıklar gösterdiler. Ancak savaşın sonu korkunç bir yenilgi olunca, devletin tüm dengeleri bozuldu.

[Zeybekler Cephede]
Cepheden döndüklerinde, savaş öncesi af sırasında verilen vaatlerin tutulmadığını gören zeybekler, dağlara geri dönmeye başladılar ve 1879’da eşkıyalık Ege’de tekrar salgın haline gelir ve yönetim bunlara karşı hiçbir şey yapamaz olmuştu. Bu dönemde Yörük Osman, Çakırca-oğlu Ahmet, Deli Mehmet, Büyük Cerit, Küçük Cerit, Çallı Veli, Koca Arap, Parmaksız Arap, Harputlu Ömer, Kürt Mustafa, Piç Osman ve bakırlı çeteleri en tanınmış olanlardı. Öte yandan Kara bacak, Karayot-oğlu Nikola, Hambriko-oğlu Panayot, Seyrek Köylü Nikola, Kaptan Andreya, Kaptan Aleko, Kaptan Foti ve Kaptan Sokrat gibi Rum çeteleri de Ege dağlarında icra-yı şekavet etmekteydiler.
Yerli çetelerden başka Rum çetelerin de artması üzerine, Ege bölgesinde asayiş ve huzurdan eser kalmamıştı, 1883 yılında geçici görevle Aydın Vilayeti Valiliğine atanan Mehmet Kamil Paşa, yerli çeteleri yüze indirip, kır serdarı olarak görevlendirip Rum çeteleri ortadan kaldırmaya çalışmıştı.

[Yörük Ali Efe Çetesinin Af Töreni]
Mehmet Kamil Paşa’nın geçici görevinden sonra Valiliğe atanan Hacı Naşit Paşa (1883-1885), hükümetten aldığı emir gereği, gizli bir örgütlenmeyle, yüzde bulunan ve kır serdarı olan çeteleri imha etmeyi planladı. Plana göre, çeteler bulundukları bölgede takip müfrezeleriyle Rum çeteler konularını görüşmek üzere toplantı yapacaklardı. Bu toplantılar sırasında yerli çetelerin büyük kısmı ortadan kaldırıldı.
Hükümetin emrinin yerine getirilmesi, Ege bölgesinin Osmanlı egemenliğindeki tüm yaşamını etkileyecek bir dönüm noktasıydı. Hükümet sözünü tutmamış, halk deyişiyle Osmanlılığını yapmış, haksızlığını ve adaletsizliğini sergilemişti. Nitekim çetelerden sağ kalabilenler ya da ölen zeybeklerin çocukları - ki, bunların başında Çakırca-oğlu Ahmet’in oğlu Çakırcalı Mehmet gelmektedir- neredeyse Cumhuriyet rejimine kadar bölgede eşkıyalık olaylarını sürdürmüşlerdir.
Çakıcı Efe olarak da bilinen Çakırcalı Mehmet Efe (1872-1911) Osmanlı tarihinin en tanınmış eşkıyasıdır. Batılılarca Türkler’in “Roobin Hood”u ve “Dağların Kralı” olarak tanınan Çakırcalı Mehmet, eşkıyalık döneminde Batı kamuoyunca ilgiyle izlenmiş, onunla ilgili yazılar, bir çok batı gazetesinde yayınlanmıştır.
Çakırcalı Mehmet, babasının intikamını almak için babasının baş kızanı Hacı Eşkıya tarafından yetiştirilmiş ve 1896 yılında, babasını öldüren Boşnak Hasan Çavuşu katlederek dağlara çıkmıştır. On beş yıl boyunca Ege dağlarını titreten bu ünlü eşkıyanın faaliyetleri sonucunda binlerce insan yaşamını tüketecek, bir çok insan yaşamını hapishane köşelerinde pranga-zincirbent, kalebent ve kürek cezalarıyla geçirecekti. Evinden bağından, çiftinden, çubuğundan, ailelerinden uzak sürgünlerde bitmek bilmeyen işkencelerle yaşamlar heba olacak, mallar müsadere edilecek, köylüler devlet ve eşkıya baskısı altında dayak, işkence, zulüm altında inim inim inleyecekti.
Çakırcalı eşkıyalığı sırasında bölgede muhteşem bir istihbarat ve yatak ağı kurmuş, devlet tüm çabalarına rağmen bu başarılı eşkıyayı bir türlü elde edememiş ve dört kez acze düşerek, onun tüm koşullarını kabul ederek affetmişti.
[Af Töreni Hatırası]
Bu dönemde Çakırcalı’ya dost ya da ona rakip onlarca çete Ege dağlarını istila etmiş ve bölgenin tüm asayişini ortadan kaldırmış, yaşam son derece zorlaşmıştı. Bu yüzden çetelerle mücadele için özel kanunlar çıkarılıp, divan-ı harpler kurulmuş, idare-i örfiler ilan edilmiş ve yaşam son derece zorlaşmış, yabancı ülkelerin konsoloslukları Osmanlı iç işlerine bile karışmaya başlamıştı.
Bu zor dönem, 1911’de Çakırcalı’nın ölümüyle sona ermiş ve Ege eşkıyalığının niteliği değişmiş, yaşanan savaşlar sürecinde, savaş eşkıyalığı yaşanmaya başlamış, bazı zeybek çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında itilaf devletlerine karşı direnç gösterirken, Yunan işgali sırasında “Sarı Zeybek”in saflarına katılarak, Batı Anadolu’da sivil direnişin öncülüğünü yaptılar.
Zeybekliğin Kültürel Boyutu
Zeybek Oyunu
Zeybek yaşamının önemli bir folklorik boyutu vardır ve bunun en önemlisi, Zeybek oyunudur. Zeybek oyunları açık havada, genellikle davul zurna eşliğinde, kapalı yerlerde ise cura ve darbuka eşliğinde oynanır. Zeybekler oynadıkları oyunlarını, “çalımına nasıl gelirse öyle oynarız” biçiminde tanımlamaktadırlar ve bu yüzden aynı oyunu oynayan oyuncular arasında yürüyüş, diz çökme, geri dönüş, eğilme, yeri avuçlama, sıçrama ve yekinme gibi figürlerde farklılıklar görülmektedir.
[Zeybekler Oyun Oynuyor]
Çalgıların “gezinmesiyle” başlayan oyunda zeybekler, kendilerine özgü tavırlarla ağır ağır dolanarak meydanda dönerler ve daha sonra “hayda” diyerek oyuna başlarlar. Coşku anında yüksek sesle “haydi bre efeler” biçimindeki yüksek sesle bağrışları ise zeybeklerin geleneksel naralarıdır. Çalgılarla birlikte zeybek türküleri de okunurdu, ancak zeybekler türkü kısmında oyun oynamaz, türkü “gezinleme” ile geçirilirdi. Zeybek oyunları “ağır” ve “yürük” olmak üzere ikiye ayrılır, efeler ağır, zeybek ve kızanlar ise yürük oynarlar. Ağır ve tek kişilik olan efe oyunu gurur, yiğitlik ve mertlik ifadesidir. Zeybeklerin oynadığı oyunlar ise, efe oyunlarına nazaran daha hareketlidir. Efe oyunu bir kişiyle oynanırken, zeybeklerin oyunları genellikle iki veya dört zeybek tarafından oynanırdı.
Zeybek oyunları için, kahramanlık, mertlik, cömertlik, aşk, yengi ve başkaldırı motifleri ile bezendiği tarzında tanımlamalar yapılırken, zeybeğin oynarken parmağını kaldırıp şaklatması, arkaya doğru gerilmesi, kaykılma ve yekinmeler karşı koymanın, baş eymezliğin ve dağlara yaslanmanın anlatımı olarak yorumlanmaktadır.
Zeybek Giysileri
Yeryüzünde değişik kültürlere mensup olan topluluklar gelenek, görenek, töre ve törenlerinin yanında, çoğunlukla giyim kuşamlarıyla da farklılıklarını ortaya koyup, kültürlerini, yaşam biçimlerini yansıtacak simgeler yaratırlar. Bu durum, farklı yaşam tarzlarından ve dünyayı farklı biçimde algılama ve yorumlamaktan kaynaklanmaktadır.
Değişik bir yaşam biçimine sahip zeybeklerin, gerek giyimleriyle , gerekse töreleriyle, sıradan insanlardan farklı bir tarzları olduğu hemen göze çarpmaktadır. Zaten bu insanlar, toplumdan farklı olduklarını göstermek için, giysi ve eşyalarında sembolizme büyük önem verirlerdi. Zeybeklerin aşırı şatafatlı giysileri, göz alıcı tüfek, tabanca, kılıç ve kamaları bu sembolizmin simgeleridir, işte zeybekler dış görünüşlerine ait göstergelerle tanınıp biçimlenir hale gelirler.
[Gösterişli Bir Zeybek Kostümü]
Zeybekler çoğunlukla başlarına bordo renkli çuhadan ya da keçeden yapılmış fes ya da börk onun da altına terlik dedikleri işlemeli kumaştan yapılmış takke giyerlerdi. Fesin kenarlarına ise, ipekli poşu ya da oyalı yemeniler sarılırdı. Feslerde ayrıca koza adı verilen bolca püskül bulunurdu. Püskül ve yemeniler ne kadar bol ve ağır olursa, o kadar gösterişli olurdu. İpekten olan bu malzemenin bol kullanılmasının özel bir nedeni vardı. İpek bıçak, kama, kılıç vb. kesici aletlerin azını körelttiğinden, yakın dövüş sırasında başa gelecek darbelere karşı koruma yapardı. Ayrıca zeybekler dağda, mağaralarda, ağaç kovuklarında ve kaya diplerinde uyuduklarından, başlıklarını yastık olarak kullanırlardı.
Efe ve zeybekler, sırtlarına genellikle beyaz renkli pamukludan ya da ketenden, yakasız, boğaz kenarları oyalı ten gömleği giyerlerdi. Ten gömleğinin üzerine ise, mavi beyaz veya kırmızı beyaz ince çizgili ve adına işlik ya da zıbın denilen bir üst gömleği daha giyerlerdi.
[Değişik Zeybek Kostümü]
İşliğin üzerine önü çapraz düğmeli, vücuda oturacak biçimde dar kesimli, mavi ya da mor çuhadan yapılan camadan giyilirdi. Camadanın kolları, önü ve arkası ipek kaytanla veya sırmayla çok ustaca, neredeyse kumaşın rengi gözükmeyecek şekilde işlenirdi. Camadanın ön tarafına iki tane saat cebi yapılırdı ve bu ceplere köstekleri boyna takılı, genellikle o dönemin meşhur Pirpol marka saatleri yerleştirilirdi.
Camadanın üzerine “kartal kanadı” denilen tehvil/kaytan ya da sırma ile işlenmiş, cepkenler giyilirdi. Cepkenlerin boyu camadandan kısa olup, düğmesizdir. Kanat diye anılan sallamalar omuz hizasından itibaren açıktır, serbestçe kolların üzerine sallanarak dökülür. Zeybek oyunu oynanırken sallamalar, çok hoş görüntüler oluşturur. Cepkenlerin yüzeyi neredeyse kumaşı hiç gözükmeyecek kadar sıkı bir şekilde işlenirdi.
Zeybekler, zeybek donu, paça don, çakşır, kısa don ya da potur adlarıyla anılan kısa, dizleri açıkta bırakacak biçimde dikilmiş şalvarlar giyerlerdi. Koyu mavi renkli çuhadan ya da “kara dimi” denilen kumaştan dikilen poturların bacak çevresi ve diz üzerleri kaytanla işlenirdi. Poturların ağı ise çok geniş, yaklaşık üç metre civarında yapılırdı, bu bolluk, kişiye hareket anında rahatlık sağlardı. Zeybekler, şiddetli kış günlerinde, soğuktan korunmak için kara dimiden yapılmış kara don diye adlandırılan bir giysiyi de poturun altına giyerlerdi. Osmanlı yönetimi, kısa dizlikli bu giysiyi şeriata aykırı gördüklerinden ve bir de eşkıyalığın simgesini bu kıyafet olarak değerlendirdiklerinden, sürekli zeybek giysilerini yasaklamak için çaba göstermiş, ancak geleneksel bu giysiyi yasaklayabilme konusunda başarılı olamamıştır.
Efeler ve zeybekler, bacaklarının diz kapağından aşağıda açık kalan kısmına çorap giydikten sonra, kepmen adı da verilen tozluk takarlardı. Tozluklar giysilerin kumaşından dikilir ve üzerleri siyah kaytanla işlenir, arkadan kopça ile bağlanırdı. Tozluklar, poturun bittiği diz kapaklarından başlayıp, ayak bileklerine kadar iner, bazen de hafifçe ayakkabıların üstünü de kaplayabilirdi.
Ayağa genellikle el örgüsü yün çorap, çorabın üstüne de, altı düz kabaralı, ya da kalın köseleden, üstü dana derisinden yapılma, ucu hafifçe kıvrık çarık giyilir, çarık ayak bileklerine sıkıca bağlanırdı. Ege zeybekleri, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren kayalık denilen, tabanı kaba ve kalın köseleden, körüklü ve işlemeli çizmeler giymeye başlamışlardı.
[Zeybek Simon]
Zeybek giysilerindeki en önemli aksesuarlardan bir tanesi kuşaktır. Zeybekler kasık ile bel arasına pamuklu veya yün dokumadan mamul, yaklaşık yirmi santimetre eninde, bele birkaç kez dolanacak uzunlukta, dolgu/yorgan kuşak adı verilen bir kuşağı sıkıca sararlardı. Kuşak sarılırken, belin arkasına denk gelecek biçimde, küçük bir pamuklu yastık sıkıştırılırdı ki, bu yastık nemli çayırlarda, kayalık ve ormanlık yerlerde yatarken ve otururken üşütmemek içindi. Dolgu/yorgan kuşağın üzerine birkaç kulaç uzunluğunda Trablus Kuşağı, onun da üzerine Acem Şalı ya da Efe Kuşağı denilen bir kuşak sarılırdı. Kuşakların sağlam bir şekilde durması için üzerlerine sıkıca kolonlar sarılır ve bağlanırdı. Kuşağın içerisine uçları dışarıdan görünecek şekilde el, ağız ve yüz silmek için yağlık adı verilen büyük bir mendil de yerleştirilirdi.
Kuşakların üstüne kütüklük denilen kalın deriden, özenle işlenerek hazırlanmış, yedi sekiz tane kapalı gözü olan silahlık takılırdı. Silahlığın arasına kınıyla kemik saplı, yaklaşık bir metre uzunlukta “yatağan” ya da “kulaklı bıçak” adı verilen büyük bıçak yerleştirilirdi. Ayrıca hançer ve kama da silahlığın sol tarafına takılır, genellikle gümüş kabzalı piştov, silahlığın özel yerine konur, tabancanın mermileri de özel gözlere istif edilirdi. Silahlıkta maşa denilen bir de demir çubuk bulunurdu, bu çubuk, yatağan ve diğer bıçakları bilemeğe yaradığı gibi, yakın çatışma anında hasmın bıçaklarını köreltmek için de kullanılırdı. Yaralanma durumunda ise bu demir kızdırılarak, yara dağlanırdı. Bunlardan başka, silahlıkta yaralanma anında kullanılmak üzere iki okka kadar temiz yapağı, gümüş işlemeli tütün tabakası, ağızlık, tespih, misvak, kav, fitilli çakmak, çakmak taşı, çakmak çeliği, para kesesi vb. malzeme de bulunurdu. Tüm bunlara ek olarak, silahlığın kenarına “zeybek kabağı” denilen bir de su matarası asılırdı.
Efeler ve zeybekler tılsım, büyü vb. doğaüstü unsurlara fazlasıyla inanırlardı, bu yüzden gümüş işlemeli pazubendleri kollarına, hamaylı kutularını da boyunlarına asarlardı. Bu aksesuarların içinde kurşun geçirmeyeceğine inanılan muskalar bulunurdu. Efe ve zeybekler giyimlerinin üzerine kışın soğuktan, kardan ve ayazdan korunmak için aba, yağmurdan ıslanmamak için de kepenek giyerlerdi. Zeybekler, tüm bu giysi ve aksesuarlarını genellikle sapları sedef kakmalı, gümüş bilezikli bir tüfek ve bir de güzel cura ile tamamlarlardı.
XIX. yüzyıl sonunda ve XX. yüzyılın başlarında, zeybekliğin en yaygın olduğu Ödemiş’te, basmacı dükkanı olan ve zeybek giysileri işleyen Haçatur isminde bir esnaf zenaatını icra etmekteydi ve zeybek giysileri hazırlayan ustalar arasında en namlılarından biri olarak tanınırdı. Hatta, Ege eşkıyalık tarihinin en tanınmış efesi olan Çakırcalı Mehmet Efe ve kızanlarının ilk zeybek kıyafetlerini hazırlayan kişi, Haçatur ismindeki ustadır.
[Tekmil Zeybek Kostümü]
Kaynaklar, Haçatur ustanın zeybek kıyafetlerini hazırlarken, Fransa’nın meşhur Lyon fabrikalarının mamullerinden zeytunî renkteki koyu mavi renkli çuhâlârı kullandığını ve bunların üzerini, siparişi veren efenin zevkine göre siyah tehvil/kaytan ya da sırma ile büyük gül desenleri işlediğini yazmaktadır. Özellikle görüntüdeki zeybek kostümünün zeytunî renkteki koyu mavi rengi de bu konudaki düşüncemizi desteklemektedir. Zeybek kostümünde bulunan, fes, püskül, cepken, işlemeli camadan, kuşak (Acem şalı), meşinden silahlık ve içindeki silahlar, kısa şalvar, kuşaktan sarkan terlik, zeybek kabağı, körüklü çizmeler, cura ve sol elinde ağızlık ve sarma sigarası ile hemen hemen bütün aksesuarları yansıtmaktadır. İşte böyle bir zeybek elbisesi o günlerde ancak yirmi Osmanlı altınına tedarik edilebilirdi.
------------------------------------------------------------------------
* Bu makalede yer alan bilgiler, daha önce yayınlanmış olan şu eserlerden özetlenerek aktarılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar, İstanbul, 19972; Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Halil Dural, Bize Derler Çakırca-19. ve 20. Yüzyılda Ege’de Efeler, (Yay. Haz. Sabri Yetkin), İstanbul, 1999, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
** Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
|